“Yaşama sevincimi kaybettim. Geleceğe dair umudumu yitirdim, başardığım her bir sınav ancak bir başka sınavın kapısını açmaya yaradı.
Çalışmama rağmen sınava girdiğim dersten 25 puan alabildim geçmek için altmış puan almam gerekiyor.
Çalışsam başarabilirim ancak çalışma azmim ve direncim kalmadı. Tıp okumayı istemiyordum. Çünkü bir gelecek göremiyorum.
Daha çok mühendislik okumayı istiyordum.
Kaldığım yerde rahat değilim, baskılar var her sabah zorunlu olarak kıldırılma durumunu yaşıyoruz ayrıca risale okumaları yaptırılıyor.
Doğrusu uzun süredir inanmıyorum.
Kız kardeşim de İmam hatip okuyor aslında hiç istemiyor babamın dayatmasıyla okumak zorunda kaldı.
Anneme sözüm vardı kendisine fırın alacaktım. Bir miktar param var vasiyet ediyorum paramla anneme fırın alınmasını istiyorum arta kalan paranın da kız kardeşime verilsin…”
Ailesi ve yakın arkadaşlarına bıraktığı video ( mektup) ardından bulunduğu cemaat evinde intihar eden Enes Kara’nın videosunu izlerken kendimi tutayım derken nutkum tutuldu ancak hıçkırığımı tutamadığımı itiraf etmeliyim.
Kısaca aktarmaya çalıştığım Enes’in geride bıraktığı video milyonlarca insanı olduğu gibi beni de sarstı. Doğrusu bu derin duygu ve acı dolu öykü karşısında insanlık hissini yitirmemiş hiç kimsenin benzer duygular içerisine girmemesi imkânsız.
Hiç kimse bu acı olay üzerinden herhangi bir siyasallaştırma veya araçsallaştırma mesaisi içerisine girildiğini düşünmesin.
Böyle bir niyet ve girişim her şeyden önce kusurlu da olsa acılı aileye, anne baba ve kız kardeşlere karşı saygısızca bir tutum olur.
Bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Ancak yaşam hakkına karşı saygı duymanın gereği olarak, bu tür acıları yaşayan ailelerin yaşadıkları ağır acı ve travmaya karşı birazcık ta olsa empati yapabilen hiçbir insan kayıtsız kalamaz, kol kırılır yen içinde kalır tutumuyla yaklaşamaz ve yaklaşmamalıdır.
Enes benzeri yürek parçalayan acıların yaşanmaması için toplumsal vicdani bir haykırışın yükseltilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.
Çünkü basına yansıyan Enes Kara olayına karşın basına yansımamış on binlerce genç, Enes Kara’yı yaşamdan koparan koşulara benzer koşullar içinde yaşadığını unutmamak lazım. Yaşanan derin yoksulluk içinde çaresiz bırakılan ailelerin tarikat, cemaat, vakıf benzeri yurtlara mahkûm edilmemesi için mutlak bir çıkış bulunmalıdır.
Yapılan araştırmalar Kamuoyunun, tarikat ve cemaat evlerinin sorun olmaktan çıkarılması yönündeki eğilimi siyasetin ilerisinde olduğunu göstermektedir.
Ennes’in yürek burkan hikâyesi, ülkemizde yaşanan ilk hikâye değil elbette… Antalya’da bir öğrenci yurdunda aşçı olarak çalışan İhsan Güney adındaki katil deccalı öldürdüm diyerek yurdun yemekhanesinde öğrenci Mehmet Sami Tuğrul’un başını satırla keserek göğsünün özerine koymuştu.
Daha önce Erzurum’da bir Kuran kursunda 10 -11 yaşlarında 7 çocuğun cinsel istismara uğradığını istismarcının kaçtığı haberiyle sarsılmıştık.
Muş’ta bir kuran kursunda 3 Temmuz 2021 tarihinde tuvalet kapısının koluna asılmış bir şekilde bulunan 12 yaşındaki Mehmet Halit Yavuz’un cenazesi hafızamızdaki tazeliğini kurumaktadır
Ensar Vakfındaki taciz olayı ile ilgili Aileden sorumlu kadın Aile bakanının bir defacıkla bir şey olmaz mealindeki iğrenç ifadesi her hatırlandığında mide bulandırmaya devam ettiğini söylemeye gerek var mı acaba.
Nurettin Odabaşı isimli KHK lı Babası cezaevinde bulunan 16 yaşındaki Bahadır Odabaşı adlı genç bunalıma girerek 10 katlı evinden atlayarak intihar etti.
Konu ile ilgili nerede ise bir hafta geçtikten sonra aileden sorumlu aile ve sosyal politikalar bakanı Derya yanık’ın Enes Kara’nın ölümüyle ilgili yaptığı değerlendirmede olayı iletişimsizlikten ibaret bir nedene bağladığını ifade etti.
Her yıl onlarca gencin yaşamını kaybettiği, içine cin kaçmış denilen bir kadının oklavayla sırtına vurula vurula ciğerlerinin patlatılarak öldürüldüğü bir ülkede geleceğe dair gençlerin umutlu olması için bir neden kaldı mı?