24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinin hemen ardından, Ağustos 2018’de başlayan ekonomik krizin 2020 yılının ilk aylarından itibaren Türkiye’yi etkisine alan virüs salgını ile birleşmesi, piyasa daralmasına ve önemli oranda iş kaybına yol açtı. Elbette, işsizlik gelir kaybına yol açarken, üretim daralması ise enflasyonu körükledi ve ülke insanı yoksullaştı.
Ekonomi biliminin rehberliğinde tedbirler alıp bu yoksullaşmanın ve artan enflasyonun önüne geçmesi gereken ülke yönetiminin tek yetkilisi Cumhurbaşkanı, ekonomist bilim insanlarının tüm uyarılarını kulak ardı ederek, kâh “Faiz neden enflasyon sonuç", kâh “‘NAS’ süresi faizi yasaklıyor, bir Müslüman olarak benden başka türlü davranmamı beklemeyin” demek suretiyle, 2018 seçimlerinden bu yana başkanını dört defa değiştirdiği Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Para Politikası Kurulu'na (TCMBPPK), 23 Eylül 2021 tarihinde politika faizini %19’dan %18’e indirtti.
Bununla yetinmedi ve faiz indirmenin görüşüleceği 21 Ekim tarihli bir sonraki toplantının hemen öncesinde, PPK’ nin bazı üyelerini, artık alışkanlık haline geldiği üzere Cumhurbaşkanı'nın gece yarısı kararnamesi ile görevden aldı, yerlerine yeni isimler atadı.
Bu görevden alma ve atama kararı ile TCMB Para Politikası Kurulu, sonraki aylarda faiz indirme kararlarını alacak yapıya kavuşturuldu. Böylece politika faizi, 21 Ekim toplantısında %16’ya, 18 Kasım tarihinde %15’e, 16 Aralık tarihinde ise %14’e çekildi.
Elbette bu faiz indirim kararları ekonomi biliminin gereği olarak alınmış ve uygulanmaya konmuş kararlar değildi. Zira ekonomist bilim insanları, enflasyonun resmi rakamla bile %20’lerin üstünde seyrettiği bir süreçte, enflasyonun daha fazla tırmanmaması için faiz oranının enflasyon oranının üstünde, en azından aynı seviyede olması gerektiğini, aksine faiz indirilmesinin Türk Lirası'nın yabancı paralar karşısında hızla değer kaybetmesine ve enflasyonu tetiklemesine yol açacağını söyleyip yazıyorlardı.
Nitekim Merkez Bankası'nın her faiz indirme kararı sonrası, Türk Lirası bütün yabancı para birimleri karşısında değer kaybetti ve ülkede Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) kontrol edilemez bir şekilde yukarı tırmandı.
Bu nedenle, yılsonunda TÜİK 2021 yılı yıllık enflasyonunu %36.08 olarak açıkladı. Tabii gerçek enflasyonun bu rakamın çok daha fazla üstünde olduğunu artık bu ülkede yaşayan herkes biliyor. Bağımsız ekonomistlerden oluşan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), yıllık enflasyonu %82.81 olarak açıkladı.
Zira Türk Lirasının özellikle Dolar ve Euro karşısındaki değer kaybı, üretiminin önemli bir kısmı ithalata dayanan Türkiye'de tarım ve hayvancılık dâhil birçok alanda, üreticinin üretim faaliyetinin devamını sağlamak üzere dışarıya daha çok para ödemesi demekti.
Elbette dışarıdan aldığı ham madde ile yarı mamul mala daha çok para ödeyen üreticinin, bunu ürettiği malların fiyatına yansıtması kaçınılmazdı. Nitekim TÜİK, üretici fiyat endeksi denen ÜFE’yi %80 civarında açıkladı. Kuşkusuz bu oran 2022 yılı içinde TÜFE’ ye yansıyacağından, halkın çoğunluğunun ana harcama kalemlerini oluşturan mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmaya devam edeceğini göstermektedir.
Tüm bu dayatma ve ekonomi bilmezlik sonucu, 20 Aralık günü, 2021 yılının başında 7,43 lira, ilk faiz indirim tarihi olan 23 Eylül sabahı 8,63 lira olan dolar, tarihi zirvesini yaparak 18 lira sınırına dayandı.
Yani dolar 23 Eylül ile 20 Aralık arasını kapsayan 3 aylık dönemde %100’den fazla artmış oldu. Aynı gün toplanan kabine ile ekonomi yönetimi, Türk Lirası Mevduat Hesabı'na kur garantili hazine desteği verilmesini kararlaştırdı.
Aslında bu bir faiz artırma kararıydı. Ancak daha önce ”Ben ekonomistim” diyen Cumhurbaşkanı'nın, aldırdığı faiz indirim kararlarının bilime aykırılığı ortaya çıkmasın diye dolaylı faiz artırımına gidildi. Kararın alınmasıyla birlikte, dolar birkaç saat içinde 12 lira hatta 11 lira seviyesine geriledi.
Ancak gerileme başlamadan önceki saatlerde, milyarlarca dolar Türk Lirası'na çevrildi ve birileri vurgun yaptı. Daha açık bir ifade ile bu ülke emekçilerinin bin bir zorlukla ödediği vergilerden milyarlarca lira para, bir avuç iktidar yandaşının cebine aktı. Bankaların kapalı olduğu akşam ve gece saatlerinde, kimlerin hangi yöntemle döviz bozduğu belirsizliğini koruyor.
Nitekim milletin vekillerinin görev yaptığı TBMM'de, 20 Aralık gecesi yaşanan döviz bozdurma hareketlerinin araştırılması için CHP tarafından verilen önerge, AKP-MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.
Nasıl, bilmece gibi değil mi? Milletin vekili olarak seçilmiş olanlar, vekilliğini üstlendikleri asılların cebinden kimlerin ne kadar para götürdüğünü öğrenmesini istemediler.
Maalesef tüm bu kararlarla, bankaların müşterilerine verecekleri faizin bir kısmı onların üzerinden alındı ve vatandaşın vergilerini kullanan hazineye yüklendi. Daha açık bir ifadeyle, bankaya para yatıran hesap sahibinin parasını kullanan ve bundan para kazanan bakanın, bu faaliyetten kazandığı paranın cüzi bir kısmını faiz olarak müşterisine vermesine gönlü razı olmayan devlet, bunu kazandığı ile geçinemediği için tasarruf yapması mümkün olmayan ve bankada parası bulunmayan vatandaşın sırtına yüklemiş oldu.
Zira bu kur farkı garantisinden yararlanacak olan, bu kadar parayı istenen vadelerle bankada tutabilecek olan sermayedir. Sermayenin bu parasını çalıştırıp ondan para kazanan bankalar da sermaye gruplarına aittirler. Dolayısıyla her haliyle bu işin kazananı, bir avuç sermayedir.
Peki, bu işte kaybeden kim? Elbette kazandığı günübirlik yaşamasına yetmeyen, işçi, memur, emekli, küçük esnaf, çiftçiden oluşan emekçi milyonlar.
Katıldığı televizyon programında karşısındaki sunucuya, “Gözlerime bakar mısınız? Ne görüyorsunuz? Ekonomi gözlerdeki ışıltıdır.” diyerek yol açtıkları ekonomik çöküşü başarı gibi açıklayan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, 14 Ocak tarihinde yaptığı açıklamada 13 Ocak akşamı itibariyle, kur farkı korumalı mevduattan yararlanan kişi sayısının 300 bin dolayında olduğunu ve mevduat büyüklüğünün ise 126 milyar liraya ulaştığını belirtti.
Bakan ayrıca bu mevduatın %15’nin dolar hesabından Türk Lirası'na çevrildiğini açıkladı. Bakanın açıklamasına göre, 126 milyar liraya ulaşmış olan kur korumalı mevduat hesabına yatırılmak üzere bozdurulan toplam para 1 milyar 392 milyon dolar olup, Türk Lirası karşılığı ise 18 milyar 900 milyon liradır.
Yani kur korumalı mevduat hesabına yatırılmış olan paranın önemli bir kısmı, Türk Lirası hesaplarından aktarılan paradır. Yine Bakanın açıklamasına göre, kur korumalı mevduat uygulamasından yararlanan kişi sayısı ile mevduat büyüklüğü karşılaştırıldığında, her bir mevduat sahibine düşen miktar 420 bin liradır.
Peki, bu ülkenin emekçi insanlarının bu miktar parayı biriktirmeleri ve bankada tutmaları mümkün mü? Elbette değil. Neresinden bakarsanız bakın, senaryosu sarayda yazılmış bir oyun, hepimizin gözleri önünde sahneleniyor ve parası olan 300-500 bin bilemediniz biraz fazla insana, milyonlarca yoksul insandan toplanan vergilerden kaynak aktarılıyor.
Hükümet, alışık olunduğu üzere, 2021 yılını 2022 yılına bağlayan gece, yeni yılın ilk dakikalarında yurttaşlar evlerinde yeni yılı karşılarken, başta elektrik, doğalgaz ve petrol ürünleri olmak üzere, birçok mal ve hizmetin fiyatına fahiş zamlar yaptı. Kuşkusuz bu zamlar, 2022 yılında emekçilerin yoksulluğunun katlanarak devam edeceğinin habercisidir.
Nitekim Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati yukarıda belirttiğim açıklamasının devamında, enflasyonun ocakta pik noktasına ulaşacağını ancak mayıs itibarıyla düşüşe geçmesini beklediğini belirtti. Bakan Nebati açıklamasını, “Haziran 2023'teki seçime tek haneli enflasyonla gireceğiz” şeklinde sürdürerek umut tacirliğine devam ediyor.
Yani Bakan Bey, vatandaşları bizi seçerseniz, seçimlerden sonra rahat edeceksiniz umudu ile kendilerini desteklemeye çağırıyor. İyi de Sayın Bakan, bağlılıkta sınır tanımadığınız Partili Cumhurbaşkanı 24 Haziran 2018 seçimleri öncesi; "24'ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz" "Ahdim olsun ki; faizler, enflasyon ve cari açık düşecek." demiş ve halktan yetki almıştı.
Ancak 3,5 yılda, enflasyon son yirmi yılın en üst seviyesinde, işsizlik Türkiye tarihinin en yüksek seviyesinde, cari açık her gün büyüyor. Türk lirası tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar değersizleşti. Yoksul daha çok yoksullaşırken, zengin servetine servet katıyor. Emeklilerin, asgari ücretlilerin, işçi, memur çalışanların alım güçleri %100 geriledi. 24 Haziran seçimlerinin ertesi günü, 25 Haziran tarihinde 4,54 lira olan dolar, bugün 13,57 lira.
Görüldüğü gibi, yoksul çoğunluk açısından ülkenin durumu iç açıcı değil. Ne yazık ki ülkenin bunca sorunu varken, bu sorunları çözmesi gereken iktidar bunu yapmaktansa siyasi gerginliği tırmandırıyor.
Hukukun alanına giren konuları siyasi arenaya taşıyor ve ülkenin gündemini değiştirme politikası güdüyor. Siyasi rakiplerini ekarte etmek için, devlet olanaklarını kullanıyor. Devlet olanakları ile elde ettiği bilgi ve belgeleri yandaş basına servis ettirerek, seçim çalışması yapıyor. Bir yandan muhalefetin erken seçim taleplerini geri çevirirken, diğer yandan ise komplo ve manipülasyonlarla siyaseti dizayn etme uğraşı veriyor.
Yani kendisinin 2023 yılı Haziran ayında zamanında yapılacağını açıkladığı seçimlere 1,5 yıl varken, ülkeyi seçim havasına sokuyor ve bunun üzerinden iktidar da kalmanın hazırlıklarını yapıyor.
Seçmeni politika ve uygulamaları ile yol açtığı sorunları, ancak kendisinin çözeceğine inandırmaya çalışıyor. Yurttaşın, "Madem sorunları sen çözeceksin, elinden alan mı var, her türlü yetki elindeyken bugün neden çözmüyorsun?" diye sorması ve ona göre karar vermesi gerekiyor.
Toplum bu soruyu yüksek sesle sormalı ve bilmeli ki, "hiçbir sorunu, o soruna yol açan çözemez!" Yurttaşı buna ikna edecek olan ise muhalefettir!