ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

 

 

            Daha önce de yazılarımda zaman zaman ifade ettiğim gibi, Türkiye Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtiği 2018 yılının 24 Haziran’ından bu yana her gün gittikçe derinleşen, ekonomik bir kriz yaşıyor.

             Üstelik ekonomik krizin yanı sıra hayatın her alanına sirayet etmiş derin bir yönetilememe krizi ülkeyi cendereye almış bulunuyor. Siyaset kurumu, iktidar bloku tarafından baskılandığı için ülkenin kronikleşmiş sorunlarına çözüm üretemiyor. Dolayısıyla kısır döngü içinde debelenip duruyor. Parlamento, ülke ve toplum yararına da olsa, muhalefet kanadından gelen, her öneriye ve araştırma talebine kapalı. Dolayısıyla muhalefettin, tüm kanun teklifleri ile önergeleri iktidar blokunun sayısal çoğunluğu ile reddediliyor.

             Yargı sistemi, iktidar ortakları AKP-MHP liderleri, Erdoğan ile Bahçeli’nin üzerinde kurdukları baskı nedeniyle, hukukun gereğini yapamıyor ve adalet dağıtamıyor. İktidarın hatta tek kişinin dördüncü kuvvet olduğu bilinen basın üzerinde ki vesayeti muhalefet partilerinin sorunların çözümüne dair öneri ve düşüncelerini topluma aktarma görevini yapmıyor.

             Söz gelimi Türkiye’nin geleceğiyle ilgili projelerini halka sunmak üzere, bir araya gelen 6 muhalefet partisinin açıkladıkları program, basının iktidarın yanında yer alan büyük kısmı tarafından, sanki muhalefetin hedefi iktidara gelmek değilmiş gibi, bunlar sadece Cumhurbaşkanını ve iktidarı değiştirmek için bir araya geldiler şeklinde lanse edilerek, değersizleştiriliyor.

               Maalesef basının muhalefeti destekleyen kısmı ise programı, her şeyin çözümüymüş gibi sunuyor ve Türkiye’nin gerçek sorunlarına ilişkin eksik yönlerinin tartışılmasının önünü kesiyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Türkiye’nin sorunlarının açık yüreklilikle tartışılmasının önüne geçen, her iki yaklaşım da geçmişin sistem içindeki kısır tartışmalarının devamından başka bir şey değildir. 

               Türkiye, özellikle 2021 yılının ikinci yarısından itibaren, ben ekonomistim diyen Cumhurbaşkanının ekonomi bilimine aykırı, “Faiz neden, enflasyon sonuç” şeklinde ki açıklamasının baskısı altında kalan, Merkez Bankası (MB) Para Politikası Kurulunun politika faizinde indirime gitmesinin yol açtığı dalgalanma nedeniyle, Türk lirasının hızla değer kaybetmesi sonucu, enflasyonun hızla tırmandığı bir süreci yaşıyor.

               Son bir yılda halkın temel tüketim ürünlerinin tamamının fiyatları %100’ü aşan oranda arttı. Nitekim TÜİK 3 Ocak 2022 tarihinde 2021 yılı Tüketici Fiyat Endeksini (TÜFE) %36,48 açıklarken, bağımsız ekonomistlerden oluşan, Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) %82,81 olarak açıkladı. TÜFE artışlarında birinci etken olan Üretici Fiyat Endeksi ise (ÜFE) %80’ler civarındaydı.

              Kaldı ki, Kamu Çalışanları ile emeklilerin 1 Ocak 2022 tarihinde alacakları maaş zamlarını aşağı çekmek isteyen hükümet, önceden yapmayıp ertelediği birçok zammı 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan geceye bırakmıştı. Nitekim 2022 yılının ilk saatlerinde başta elektrik ve doğalgaz olmak üzere, birçok mal ve hizmetin fiyatına fahiş zamlar yapıldı.

             Vergiler ile harçlar arttırıldı. Elbette tüm bunlar, 2022 yılının ilk aylarından başlayarak enflasyon artışının hızla devam edeceğinin işaretleriydiler. Nitekim Şubat ayının başında açıklanan Ocak ayı enflasyonu TÜİK rakamlarıyla %11,52, Mart ayında açıklanan Şubat ayı enflasyonu %4,81 olurken yıllık enflasyon ise %54,44 oldu.  

            31 Aralık 2021 tarihinde 11,63 lira olan benzinin litresi şu anda 18,10 lira, 11,53 lira olan motorinin litresi 20,67 lira, 8,02 lira olan LPG’ nin litresi 11,34 lira. Görüldüğü gibi 1 Ocak’tan bu yana sadece akaryakıt ürünleri fiyat artışı %50 civarında. Kuşku yok k akaryakıt fiyat artışları, temel tüketim ürünlerinin tamamının fiyatlarına yansımaktadır.

             Dolayısıyla, yılın ilk iki ayındaki fiyat artışı TÜİK’ in açıkladığı oranın çok daha üstünde. Örneğin; 2021 yılının sonunda 180 lira civarında satılan, 12 kg. mutfak tüpü 13 Mart 2022 itibariyle 292,50 lira oldu.

              Asıl korkulması gereken ise bu ülkenin yurttaşları dayanışmayla da olsa, fiyat artışlarının üstesinden gelebilecek olanakları yaratsalar bile bu ürünlerin yokluğu ile karşı karşıya kalınacağı endişesinin yol açacağı kaostur.

                Zira tarımı bitirilmiş Türkiye’de gıda ürünlerinin yokluğu gündeme gelmeye başladı. Hemen hemen tüm tarım ürünleri dışarıdan alınıyor. Çünkü devletin desteğinden mahrum bırakıldığı için maliyetleri karşılayamayan köylü ekimi bırakıyor bu nedenle, Anadolu’da tarım arazilerinin önemli bir kısmı boş duruyor.

             Dolayısıyla ülke tarımda dışa bağımlı hale geldi. Çok uzak değil, Rusya Ukrayna savaşının başlamasından birkaç gün sonra, Ayçiçeği yağı gecikmeli gelecek diye, insanlar marketlere hücum ederek, raflardaki yağları evlerine taşıdılar. Yani Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, pahalılık ve yokluk kıskancında sıkışmış durumdalar.

              Hâlbuki AKP iktidara gelmeden önce, Türkiye tarımda kendi kendine yeten dünyanın sayılı ülkelerinden biriydi. Eskiden Trakya’da yol alırken, Ayçiçek ekili tarlalarının içinden geçerdik. Birde Trakya Birlik vardı, Ayçiçeğini işleyen ve ondan yağ elde eden. Ne oldu bunlara, araziler buharlaşıp uçmuş olamaz değil mi? Elbette uçmadı.

              Ancak devletimiz, tarıma kaynak aktarmak yerine, yandaş şirketlere, köprüler, otoyollar, havaalanları, tüneller, şehir hastaneleri yaptırıyor. Adına yap-işlet-devret… Denen bu modelle yapılan tesisleri kullanan yurttaşlar cepten ödeme yapıyorlar. Yurttaşların cepten ödemeleri de yetmiyor, bilinçli olarak yüksek belirlenen geçiş ve kullanım sayılarına ulaşılamadığın da aradaki fark hazineden, yani vergilerimizden karşılanıyor.

              Yani tarıma üretime aktarılmayan vergilerimizden milyarlarca lira para şirketlerin kasasına akıtılıyor. Tabii ki bu projelerden sadece, yüklenici şirketler kazanmıyorlar. Çağımızın tefecileri, uluslararası kredi kuruluşları da verdikleri kredilerle sırtımızdan para kazanıyorlar.  

                Peki tüm bunlara çözüm bulması ve bir an önce, başta tarım ve hayvancılık olmak üzere, toplumun temel ihtiyaçlarına göre programlar hazırlayıp, üretimi artırıcı desteklere yönelmesi gereken iktidar ne yapıyor dersiniz? Hamasetle karın doyurma politikasına devam ediyor. Elbette sadece onu yapmıyor, yaklaşmakta olan seçimlerde iktidarda kalmak için, siyasi taktikler geliştirip, oyunlar tezgâhlıyor.

              Nitekim muhalefetin toplumun beklentisine tercüman olarak, erken seçimi, yüksek sesle talep etmeye başladığı son aylarda bunu kulak ardı eden ve seçimler 2023 yılında zamanında yapılacak diyen iktidar, seçimlere 15 ay gibi bir süre kalmışken, uzun süredir üzerinde çalıştığı yazılan çizilen, seçim kanunu değişikliğini TBMM başkanlığına sundu.

              Teklif incelendiğinde iktidar bloğunun kaybedeceğini anladığı seçimi mümkün olduğunca az hasarla atlatma gayreti içinde olduğu açıkça göze çarpıyor. Bir önce ki seçimde kendisinin getirdiği seçim sisteminin, ittifaklar maddesini ters yüz etme gayreti başka türlü açıklanamaz.

            Zira Türkiye siyasi tarihi, iktidarların tam seçim öncesinde seçimlerde kendisine avantaj sağlamak üzere, seçim kanunun eğip büktüklerine dair örneklerle dolu. Elbette kaybedeceğini anlamış bir iktidar, bu eğip bükme işine, çok daha fazla sarılacaktır. Bu nedenle, muhalefet partileri bu yasa teklifinin meclis görüşmeleri sürecinde teyakkuzda olmak zorundadırlar. Zira iktidarın asıl değişiklikleri vereceği önergelere saklamış olması ihtimali asla gözden kaçırılmamalıdır.

                  Kuşkusuz seçim kanunu değişikliklerinin üzerinde, hassasiyetle durulması gereken kısmı, daha bir seçim önce aynı iktidar tarafından getirilmiş olan ittifak düzenlemesine getirilen değişiklik önerisidir. Çünkü getirilen öneriyle, ittifak partileri ve milletvekili dağılımı hesaplama yönteminde büyük partiler lehinde önemli değişiklikler önerilmektedir.

              Çünkü önceki sistemde milletvekili dağılımı ittifakların aldıkları oylar üzerinden ittifaklar arasında dağıtıldıktan sonra, her ittifakın çıkardığı milletvekilleri, bu seferde ittifak içi partilerin aldıkları oy oranlarına göre partilere dağıtılırdı. Bu yöntemle %1 oy almış parti dahi milletvekili çıkarabiliyordu, getirilen teklifte, 12 Eylül faşizminin, Kürt siyasi hareketi ile sosyalist sol partilerin parlamentoda temsillerinin önün kesmek üzere getirdiği ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’ nin aşmasıyla esprisi kalmamış olan %10 seçim barajı kaldırılıyor.

             Zira yapılan kamuoyu araştırmaları iktidarın küçük ortağa MHP’nin bu barajın altında kalacağını gösteriyor. Yeni teklifte ülke barajı %7’ye düşürülüyor. Peki, neden Avrupa ülkelerinde ki gibi, %3 veya 5 değil de %7 derseniz, elbette AKP’den kopmuş olan yeni partiler ile sosyalist sol partilerin önünü kesmek için derim.

             Oysa teklifte ittifak eden partiler için, bu şart ortadan kalkıyor olsa da il milletvekili dağılımında, ittifak içi partilerin her birinin o il veya seçim çevresinde %7’yi geçmesi gerekiyor. Kuşkusuz bu yöntem özellikle AKP’den kopmuş partiler ile sol sosyalist partilerin milletvekili çıkarmalarının önünü kesmek için, hazırlanmış bir tuzaktır.

               Teklifin gerekçesinde Demokrasi vurgusu yapılıp, temsilde adaletten bahsedilse de partilerin seçime girmeleri zorlaştırılıyor.

               Nitekim teklifle getirilmek istenen bir diğer değişiklikle, önceki kanunda bir partinin seçime girebilmesinin şartlarından biri olan, Mecliste grubu bulunması şartı kaldırılıyor ve bir partinin seçime girebilmesi için, seçimlerden en az 6 ay önce Türkiye genelinde 41 il ve bu illerin ilçelerinin üçte birinde örgütlenmiş ve kongrelerini yapmış olması şartı getiriliyor.

             Bu değişikliğin amacının, hakkında kapat davası açılmış olan HDP hakkında kapat kararı çıkması durumunda partinin milletvekillerinin, başka bir partiye geçerek, o partinin seçime girmesini sağlamalarının önünü kesmektir.

              Yani neresinden bakarsanız bakın iktidar kaybedeceğini anladığı seçimi kazanma ya da muhalefetin parlamentoda anayasayı değiştirme sayısına ulaşmasının önünü kesme telaşında.

               Kısacası yurttaşlar geçim derdindeyken, politikasıyla milyonlarca insanı sefalete sürüklemiş olan iktidar, iktidarını sürdürme telaşında. Kısa ve öz; vatandaş geçim, iktidar ise seçim derdinde!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.