Moskova’ya ilk gidişim 1986 yılıydı ve SSCB’nin en sıkıntılı dönemiydi!
***
O dönemde; Sovyetler Birliği, Batı Bloğu diye adlandırılan, “ABD ve kapitalist ülkelerden kurulu topluluklarla” girdiği silahlanma yarışında hem ekonomik hem de siyasi anlamda çok şey kaybetmişti…
Bir taraftan vahşice yapılan nükleer silahlanma, diğer yandan savaş alanını uzaya taşıma hedefi, SSCB’ye ağır ekonomik yük getirmiş, topluluk üzerinde düzeltilmesi imkânsız büyük yaralar açmış ve ülkeleri huzursuz etmişti…
***
1985 yılında Mihail Gorbaçov birliğin başkanı olmuş, dağılma sürecini durdurmak için “Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılandırma)” paketlerini açmış, böylece ekonomik, sosyal ve siyasal hakların verilmesi konularında daha esnek bir yönetim anlayışını ilan etmişti…
Açılım süreci umulanın aksine, dağılmayı hızlandırdı! Çünkü Glasnost ve Perestroyka’nın sağladığı özgürlük ortamı, tüm farklı görüşlere “kendilerini ifade etme fırsatı” vermekteydi!
Özellikle “düşünce ve ifade özgürlüğü” ülkelerin bağımsızlık taleplerini artırdı!
Bu durum, SSCB politikalarının başındaki polit büroyu ve de eski düzeni kaybetmekten korkan bazı Slav ülkeleri rahatsız etti…
Mihail Gorbaçov’a darbe yapıldı ama kurtuldu! Ancak huzursuzluk da had safhaya ulaştı
Boris Yeltsin tarafından engellendiği ileri sürülen bu darbe, birliğin parçalanmasına yol açtı!
Aralık 1991 yılında bir araya gelen Belarus, Ukrayna ve Rusya Devlet Başkanları, Sovyetler Birliği’ni feshettiklerini, yerine Rusya Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kurduklarını ilan ettiler!
Böylelikle Avrupa ve Asya’nın siyasi haritası değişti…
***
SSCB’nin yaşadığı bu sıkıntılı süreçte, yani 1990’da, Her Avrupa ülkesinden “bir siyasetçinin çağrıldığı” ve İngiliz Hükümeti tarafından Londra’da düzenlenen “21. yüzyıl’da Avrupa’nın geleceği” temalı konferansa davet edildim…
Dönemin en popüler lideri, Nobel Barış Ödüllü Polonya Devlet Başkanı Lech Wałęsa’nın açılış konuşmasıyla başlayan konferansta, Avrupa’nın bugünü tartışıldı.
O konferansta kabul edilen her madde bugün gerçekleşti.
Özellikle o gün, Varşova Paktı’na bağlı, Doğu Avrupa ülkeleri bugün, ayrılarak 14 ülke halinde AB içinde yer alıyor…
O gün, Avrupa ve NATO sınırlarının Ukrayna ve Gürcistan’a kadar genişletilmesi karara bağlanmıştı!
32 yıl sonra bugün, o kararın yaşama geçebilmesi için emperyalist ülkeler çaba gösteriyor!
***
O gün ben; SSCB’nin dağılma sürecini fırsat bilenlere; “yayılmacı anlayışla atılacak her yanlış adımın insanlığa büyük zarar vereceğini” anlatmaya çalışmıştım.
Devamla ” Yayılmacılığın tehlike yaratacağını, yenidünya düzeni olarak öncelikle bölge barışını yok edeceğini” söylemiştim.
“Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasını destekleyen biri olarak, o gün bu gücün, yeni Avrupa’yı yaratmada etkin bir silah olarak kullanılmak istenmesi dünyayı, daha büyük tehlikeye atacağının altını çizmiştim”.
***
Bugün düşüncelerimde ne denli haklı olduğumu görebiliyorum…
Sadece Türkiye değil, Karadeniz bölgesi de tümüyle tehlike altında…
Beni tedirgin eden yeni bir olay gelişiyor…
Kasım 2021’de yapılan NATO toplantısında yeni “Stratejik Konsept Belgesi” açıklandı.
NATO Genel Sekreteri tarafından dünyaya ilan edildi.
Karar kısaca şöyleydi: “Demokrasi ve özgürlükler baskı altında. Hukukun üstünlüğü ve haklar üzerine kurulu kurumsal denge Rusya ve Çin tarafından bozulmak isteniyor. Kurallara dayalı uluslararası düzeni bozmak isteyen Rusya ve Çin hedefimizdedir!”
***
Bu açıklama sonrası Balkanlar ve Ukrayna’da yapılan asker ve silah yığınağı karşısında Rusya da işgal harekâtını başlattı!
Akıl dışı duygulara kapılmış, insanlıktan pay almamış, vahşet ve katliam âşığı birtakım liderlerin yarattığı savaş felaketi, sivilleri, çocukları yani tüm canlıları yok ettiği gibi doğaya da onarılmayacak zararlar veriyor…
***
32 yıl önce alınan kararları uygulayan küresel emperyalist güçler, vahşi hedeflerine ulaşmayı sabırla bekledikleri ve zamanı gelince de dünyayı yıkma pahasına avlarına saldırdıklarını biliyoruz.
Bu nedenle barıştan yana olanlar tedbiri hiç elden bırakmamalıdır!
***
Şu gerçek bilinmeli ki; NATO, artık soğuk savaş güvencesi olmaktan çıkmış, emperyalist yayılmacılığın ve kapitalist sömürgeciliğin silahlı gücü haline getirilmiştir…
***
Savaşın 35’inci gününde, 4 milyona yakın Ukraynalı ülkesini terk etti.
Binlerce çocuk öldürüldü. Ölen sivillerin sayısı bilinmiyor!
Sokak hayvanları yok edildi. Kentler yıkıldı. Çevre tarumar edildi…
“İnsanlık adına bu barbarlığın gerekçesi ne?” diye sorulmalı…
Oysa cevabı çok basit! Güçsüzü sömürmek! Küçük ülkeyi yok ederek büyümek!
***
AKP iktidarı, bu savaş sırasında tarafsız kalarak çok doğru bir duruş sergilemekte!
Barışı oluşturmak için her iki ülkenin de güvendiği taraf konumunda.
Bu diplomatik tavır çok doğru! Ülkemiz için de itibarlı bir duruş!
Masaya anlaşmak için oturulunca o masadan antlaşma çıkması mümkün! Ancak, Türkiye sadece Ukrayna’nın garantörü olmamalı! Çünkü "Garantörlük" aynı zamanda taraf olmak da demektir...
Olunacaksa, her iki tarafın da garantör devleti olunmalı…
Ve her şeyden önemlisi; "Lozan ve Montrö’ye" dünden daha fazla sahip çıkmalı!