“Derin bir uluslararası krize yol açan Rusya-Ukrayna savaşını da ele aldık. Rusya Federasyonu’nun uluslararası hukuku ihlal ederek Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne saldırması ile bölgemizde istikrar ve barış tehdit altına girmiştir.
Bu kriz bize akılcı, tutarlı ve ülkemizin orta ve uzun vadeli stratejik menfaatlerini dikkate alan bir dış politikanın önemini bir kere daha göstermiştir.” Bu tespit, 27 Mart 2022 tarihinde bir araya gelen 6 muhalefet partisi genel başkanının imzalayıp kamuoyuyla paylaştığı ortak açıklamadan.
Kuşkusuz bu açıklama ilk bakışta, somut olay üzerinden değerlendirildiğinde savaşa ve işgale karşı olmayı dile getiren değerli bir tespittir. Ancak olaylar derinlemesine değerlendirilip analiz edildiğinde bu savaşın, soğuk savaş döneminin kapandığı 1990’lı yıllardan bu yana alttan alta sürmekte olan açık ve gizli hegemonya savaşının bir parçası olduğunu tespitten uzaktır.
Dolayısıyla ülkeyi yönetmeye talip olanların, savaşın asıl nedeni olan hegemonya savaşını değerlendirmeden, özellikle ABD ve İngiltere’nin başını çektikleri NATO’nun bu savaşın başlamasındaki rolüne değinmeden, somut üzerinden durum tespiti yapmaları eksikliktir. Eksiklik olduğu kadar gerçekçi de değildir.
Elbette bu tespitin yapılmasının amacının, yaşananları gözden kaçırmak mı yoksa bilinçli bir tercih mi olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak hangi amaçla yapılırsa yapılsın bu açıklama, 6 partinin yönetime geldikleri takdirde izleyecekleri politikaya dair ipuçlarını ele veriyor.
Bu açıklamayı yapanların öncelikle şu sorulara cevap vermeleri gerekiyor. Özellikle 1990’lı yıllarda SSCB ile onun başını çektiği Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından, SSCB’nin Kuzey Avrupa’ya saldıracağı senaryosu geçerliliğini kaybettiğine göre, bu gerekçe ile kurulmuş NATO’nun dağıtılmamasını sorgulanmayacak mısınız? Dağıtılmadığı gibi, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Yakın Asya, Kafkasya ve Balkanlar’da birçok ülkede, dışarıdan kışkırtmalarla çıkarılan iç savaşlar gerekçe gösterilmek suretiyle başvurulan savaş ve işgallerin başını çekmesine diyecek bir şeyiniz yok mu? NATO’nun gerek önceki savaşlarda gerekse bu savaşa giden süreçte başvurduğu kışkırtma ve tahrikler görmezden mi geleceksiniz?
Hâlbuki gerek savaşa giden süreç gözlendiğinde gerekse savaşın başlamasından sonra, başını ABD ile İngiltere’nin çektiği Batı ittifakı içinde yer alan devletlerin yaptıkları tek merkezden verilen talimatla peş peşe yaptırım kararları almaları dikkate alındığında, savaşın Rusya-Ukrayna savaşı ya da Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı olmaktan çok, bloklar arası hegemonya savaşı olduğunu açıkça gösteriyor.
Bir başka deyişle, bu savaşta saldırının hedefi olan ülke Ukrayna olsa da bu savaş dünyanın tek hâkimi olmaya çalışan emperyalist batı ile bölge hâkimiyetini korumak için gerekirse savaşa başvurmaktan çekinmeyen Rusya arasında yaşanan bir savaştır. Maalesef Ukrayna, ülke yönetiminin oynanan oyunu görmekten yoksunluğunun ve öngörüsüzlüğünün bedelini ödüyor.
Öte yandan savaşa karşı olmayı sadece “Bölge istikrarı ile barışını bozduğu” gerekçesine indirgemek büyük resme bakmamaktır. Zira onlarca yıldır, başta bölgemizdeki ülkeler olmak üzere, birçok ülkeye yönelik savaş ve işgaller, sadece bölgemizin değil, dünya genelinin istikrarını ve barışını bozmaktadır.
Irak, Afganistan, Libya, Suriye, Yemen, Yugoslavya bunların en son örnekleridir. Tüm bunlar göz önüne getirilip etraflıca değerlendirilmeden, dostlar alışverişte görsün mantığıyla açıklama yapmak gerçekçilikten kopmaktır.
Özellikle izlediği dış politika ile Türkiye’nin bloklar arasında gidip gelen güvenilmez bir ülke konumuna sürüklenmesine yol açmış AKP-MHP iktidar blok ununun karşısında, ülkeyi yönetmeye talip olduğunu açıklayan bir bloğun, savaş ve savaşın fiilen içinde olanlar ile dolaylı olarak tarafı olanlara karşı daha net pozisyon alması gerekirdi. Bunun olması ise, açıklamayı yapan 6 partinin ortak veya tek tek şu sorulara cevap vermeleri ile mümkündür.
Söz gelimi gereksizliği ortaya çıkmış ve dünya için bir tehdit unsuru olmaktan başka işlevi bulunmayan, Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO hakkında ne düşündüklerini daha somut bir şekilde ortaya koymaları ve atacakları pratik adımları toplumla paylaşmaları gerekmez mi? Somut yaşanmakta olan örnekler, Suriye iç savaşı ile Ukrayna-Rusya savaşlarında görüldüğü üzere, ABD ile müttefiklerinin NATO’yu kullanarak yürürlüğe koydukları, yayılmacı emperyalist hegemonya projesinin önünde engel gördükleri ülke yönetimlerine karşı, dışarıdan kışkırtma ile başlattıkları iç savaşlarla komşu ülkeleri çatıştırmak suretiyle başlattıkları bölgesel savaşlar hakkında düşünceniz var mı? Varsa toplumla paylaşmayı düşünüyor musunuz?
Bu politikanın gelecekte paktın üyesi olan Türkiye’yi baskı altına alabileceğini düşünüyor musunuz? İktidar veya muhalefet olmanızdan öte, bu ülkenin siyasi yapıları olarak sadece bir ihtimal dahi olsa, bu politikanın ülke üzerinde yaratacağı baskıya nasıl bir tepki vermeyi düşünüyorsunuz?
Elbette bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ancak çok detaya girmeden, hemen kuzeyimizde iki komşu ülke arasında süren savaş ile hemen güneyimizde bir komşu ülkede 11 yıldır süren iç savaş nedeniyle, Türkiye’yi yönetmeye talip olanların bu sorular ve daha fazlasını cevaplandırmaları ve buna dair politikalarını belirleyen toplumla paylaşmaları elzemdir.
Kısacası bu ülkede siyaset yapan her siyasetçi, parti ve siyasi blok bu konularda çok net olmak zorundadır. Zira şimdilik Türkiye’ye direkt dokunmuyor gözükse de etrafımızda süren bu çatışmalardan istediği sonuçları elde edemeyecek bir ABD ile onun dünya hâkimiyetinin aracı NATO’nun ittifakın üyesi olan Türkiye’ye dayatmalarda bulunmayacağının ve komşuları ile karşı karşıya getirmeyeceğinin garantisi yoktur.
Kuşkusuz bu tehlike hep vardı, olmaya da devam edecektir. Zira SSCB ile Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra, Rusya’ya verdiği taahhüdü yok sayarak, Doğu Avrupa’ya doğru genişleyen NATO aracılığıyla kışkırttığı Ukrayna-Rusya savaşı şu anda Rusya’yı kuşatmaya almanın aracı olarak kullanılıyor. Bu çerçevede ABD ile Batılı müttefikleri, Rusya’ya yönelik bir dizi ekonomik ve siyasi yaptırım kararı alıp, uygulamaya koydular.
Amacı Rusya’yı ekonomik ve siyasi olarak sistemden izole etmek ve zayıflatmak olan bu kararların gerekli etkiyi yaptığını ve Rusya’nın beklenen düzeyde zayıfladığını gören ABD’nin, ilerde dünya hegemonyasının ve bölgenin enerji kaynaklarını kontrole almanın önünde engel olarak gördüğü, ancak bugün gücünden çekindiği için direkt savaşmayı göze alamadığı Rusya’ya karşı son bir hamle de bulunması ve savaşa girmesi ihtimali asla göz ardı edilemez.
Elbette ABD, böyle bir hamle için araç olarak NATO’yu kullanacaktır. Dolayısıyla Rusya’nın komşusu olan NATO üyesi Türkiye kendisini Rusya ile karşı karşıya getirecek oyunlar ile provokasyonlara karşı uyanık olmak zorundadır. Çünkü Rusya ile bir savaşı başlatmanın en önemli gerekçesi, onun Pakt üyesi bir ülkeye savaş açmasıdır. Kuşku yok ki, tüm bunlara bakıldığında bu iş için en uygun ülke, bölgede bulunan NATO üyesi Türkiye’dir.
O zaman ülkeyi yönetmeye talip olanların, bu konuyla ilgili net politikalarla ortaya çıkmaları gerekiyor. Zira bir gün bir ittifakın ertesi gün diğerinin yanında olur, günü kurtarırım politikası artık tutmayacaktır. Çünkü bloklar arası çatışma kapıdadır.
Çatışama kapıda olduğu için Ukrayna savaşı vesilesi ile bir yandan yaptırım kararları alınırken diğer yandan ise SSCB’den ayrılmış olan, Letonya, Estonya, Litvanya ile eski Doğu Blok’u ülkeleri, Polonya, Macaristan ve Romanya’daki NATO üslerine sürekli silah ve asker takviyesi yapılmaktadır.
Bu takviyeler, her ne kadar bu savaş gerekçesiyle yapılıyormuş gibi gösterilse de aslında süregelen bir kuşatma ve kışkırtma politikasının adımlarıdır. Nitekim Kasım 2021’de İngiltere’nin Başkenti Londra’da yapılan NATO zirvesi sonrası, 5 Kasım 2021 tarihinde Genel Sekreter Stoltenberg tarafından açıklanan zirvenin sonuç bildirgesinde aynen şu ifadelere yer verilmektedir.
“Baltık ülkeleri ve Polonya dahil tüm müttefikleri korumak için uygulamada olan planlar var. Bunun da ötesinde sadece planlarımız yok, bölgede daha fazla askeri güç bulunuyor. Tarihimizde ilk kez ittifakımızın doğu kanadı için sahada savaşa hazır kuvvetler var. NATO’nun hazırlığını 3 katına çıkardık.
Gerekmesi durumunda daha hızlı hareket edebilmek için bugün daha fazla kuvvete karar verildi. İttifakın değişik taraflarını korumak için hazırlanan planlar düzenli olarak güncelleniyor ve gözden geçiriliyor. Bugün Baltık ülkeleri ve Polonya’ya ilişkin güncellenmiş plan konusunda mutabık kaldık.
Bu da bizim planları güncelleyip gözden geçirebileceğimizi gösteriyor.” İfadelerine ek olarak, Rusya’nın saldırgan faaliyetlerinin Avro-Atlantik güvenliğini tehdit ettiği ile Çin’in yükselen gücüne vurgu yapıldı ve “Çin’in artan nüfuzu ve uluslararası politikalarının ortaya çıkardığı fırsat ve sınamaları ittifak olarak birlikte ele almalıyız.” dendi. Başlı başına bu ifadeler, NATO’nun somut hedeflerini ortaya koymaya yeterde artar.
Evet, görüldüğü gibi, emperyalist batının dünya hegemonyası projesinin önünde engel olarak gördüğü Rusya ile Çin’i bertaraf etmek üzere adım adım uyguladığı savaş politikası, başta bölgemiz, tüm dünyayı tehdit ediyor. Bu tehdit dolayısıyla Türkiye’yi yönetmeye talip olanların, ülkenin tam bağımsızlığı ile egemenliğinin sorgulanmasına yol açan NATO üyeliği hususunda net olmaları gerekiyor.
Bunu yapmayıp, somuta indirgenmiş, derinlikten yoksun açıklamalarla durumu geçiştirmek, gerçekçilikten kopmaktır. Bence Türkiye’nin ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinin, egemenliklerinin sorgulanmasına yol açan NATO üyeliğini masaya yatırmalarının zamanı geldi ve geçiyor.
Dilerim ülke yönetimine talip olanlar, sadece yaşanmakta olan savaşı değil, genel anlamda savaşlar ile bunların nedenlerini ele alarak savaş örgütü NATO üyeliğini tartışmaya açma yürekliliğini gösterirler. Zira ancak ülkeler böyle yaptıklarında, insanın insanı ve doğayı katletmesi olan savaşlar insanlığın gündeminden çıkacaktır!