ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

 

 

             İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından başlayan süreçte, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) öncülüğünde güçlenerek yayılan sosyalist bloğun, Çin Devrimi’nin ve başını Mısır, Yugoslavya, Hindistan gibi devletlerin çektiği Bağlantısızlar Hareketi’nin oluşturduğu baskıya karşı, ABD’nin başını çektiği emperyalist kapitalist batı devletleri, bir yandan NATO’da bir araya gelirken, diğer yandan bloğa dâhil ülkelerde yükselmekte olan, işçi sınıfı ve ezilen halk hareketlerinin önünü kesmek için, burjuva demokrasisini revize ederek sosyal devlet anlayışını geliştirmek zorunda kaldılar.

              Kuşkusuz sistemin bu sözde demokratikleşmesi ABD’den Avrupa’ya oradan uzak Asya’ya, Afrika’ya ve Güney Amerika’ya, dünyanın bütün kapitalist devletlerinde sistemi sarsan işçi ve öğrenci hareketlerinin önünü açtı.

           Nitekim 1960’lı yıllarda Fransa, İtalya, İngiltere, Batı Almanya gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde, işçi sınıfı ile devrimci hareketin başını çektiği gösteriler devletleri zorluyordu. ABD’de de bir yandan eşitsizliğe karşı çıkan ve siyahîlerin eşit yurttaşlar olarak yaşamaları mücadelesi veren hareket gelişirken, diğer yandan ülkenin Vietnam’ı işgal girişimi özelinde gelişen anti-savaş cephesi sistemi sarsıyordu.

              Merkez kapitalist devletlerde bütün bunlar yaşanırken, yine onların boyunduruğu altındaki Asya ve Afrika halkları da sömürgeciliğe karşı direnişe geçtiler ve peş peşe bağımsızlıklarını ilan ettiler.

               Kuşkusuz tüm bu gelişmeler, kuruluşunu bir kurtuluş savaşı ile sağlamış olan Türkiye’yi de etkisine aldı.

            Bu nedenle, sistemin dünya genelinde demokratikleşmesi Türkiye’yi de bu yönde adımlar atmaya itti. Nitekim 1960 İhtilalı’nın ardından yapılan Anayasa, eksikliklerine rağmen, başta örgütlenme, düşünce ve düşünceyi ifade etme, yazma ve yayma yönünde, insanlık ailesinin benimsediği temel hak ve özgürlükleri bünyesinde barındıran demokratik bir Anayasa’ydı.

               Anayasa’nın bu özelliği ile 1963 yılından itibaren, işçi sınıfının sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme mücadelesi yükselmeye başladı. Bu mücadeleye paralel olarak, aydınlar ile sendika yöneticilerinin başını çektiği sol siyaset de hareketlendi. Tüm bu gelişmeler, öğrenci gençlik içinde Türkiye’nin NATO’ya girmiş olmasını reddeden bağımsızlıkçı hareket ile üniversitelerde kendini hissettirmeye başladı.

              Türkiye İşçi Partisi’nin başını çektiği Türkiye solu ve 1967 yılında kurulan DİSK’in öncülük ettiği sınıf sendikacılığı hareketiyle de buluşan öğrenci gençlik hareketi, devrimci bir ruhla, yürüyüşler, boykotlar ve üniversite işgalleriyle mücadeleyi yükseltti. Kuşkusuz birçok eylem, direniş, boykotun yaşandığı bu sürece damga vuran eylem, İstanbul’a demirlemiş olan emperyalist ABD’nin 6. Filo’suna karşı, “6. Filo defol!” sloganı ile yapılan protesto eylemiydi.

             Öğrenci gençliğin bu hareketinin ardından, bu sefer Türkiye İşçi Sınıfı, sınıf sendikacılığını yani Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i sendikal alandan tasfiye etme girişimine karşı, 1970 yılında 15-16 Haziran işçi direnişini gerçekleştirdi.

             SSCB’nin komşusu Türkiye’de gelişen işçi sınıfı hareketi ile devrimci bağımsızlıkçı öğrenci baş kaldırışı, ABD’nin başını çektiği emperyalist bloğu endişelendiriyordu. Dolayısıyla, NATO Gladyosu harekete geçti ve Türkiye’de bir darbe planlandı. Bu amaçla ordu harekete geçti.

               Nitekim zamanın Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç, 15-16 Haziran Direnişi’nin ardından yaptığı bir açıklamada sosyal uyanışın iktisadi gelişmenin ilerisine geçtiğini belirterek darbenin işaretini verdi. 12 Mart 1971 tarihinde, Genel Kurmay Başkanı ile Kara, Hava ve Deniz kuvvet komutanları imzaladıkları muhtırayı zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Suna’ya vererek, Süleyman Demirel’in başında bulunduğu Adalet Partisi hükümetini istifa ettirdiler.

             Bu bir darbe idi. Her ne kadar iktidara karşı yapılmış bir darbe olarak görünse de asıl hedefi Genelkurmay Başkanı’nın aylar önce, “sosyal uyanış” olarak işaretini verdiği devrimci, ABD karşıtı işçi sınıfı ile öğrenci hareketiydi.

                Nitekim CHP’den istifa eden ve sözde tarafsız başbakan olarak atanan Nihat Erim başkanlığında kurulan hükümet sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetim bir yandan işçi direnişlerini yer yer zor kullanarak bastırırken, diğer yandan devrimci gençlik önderlerine yönelik cadı avı başlattı. Birçok devrimci genç cezaevlerine atıldı.

            Devrimci gençlik önderleri için metropollerde nefes almak bile imkânsız hâle geldi. Bu ablukayı aşmak isteyen önderler kırsala yöneldiler. Elbette bu da kolay değildi. Nitekim Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan Sivas’ın Şarkışla ilçesi yakınlarında yakalandılar.

                Onları kurtarmak için tünel kazarak cezaevinden kaçan Mahir Çayan ile arkadaşları, Tokat’ın Kızıldere Köyü’nde, Ulaş Bardakçı ve arkadaşları Nurhak Dağları’nda katledildiler. Tunceli’de yakalanan İbrahim Kaypakkaya Diyarbakır cezaevinde işkencede katledildi.

               Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ise sıkıyönetim mahkemesinde idam cezasına çarptırıldılar. Meclisin cezaları onaylamasının ardından, bundan tam 50 yıl önce 1972 yılında, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece idam edildiler.

               Kuşkusuz 12 Mart Darbesi, Türkiye’yi emperyalizmin saldırı gücü NATO’ya koşulsuz bağımlı hale getirmenin projesiydi. Bu projeyi hayata geçirenler, bu ülkenin tam bağımsızlığını ve emekçi halklarının kardeşliğini savunan, ülkenin geleceği genç kuşağı ortadan kaldırarak, emperyalizmin mutlak hâkimiyetini pekiştirdiler.

               Bunun yol temizliği olarak da 6. Filo’yu İstanbul’dan kovan devrimci gençlik hareketinin öncü kadrosunu acımasızca imha ettiler.

               Ne yazık ki, bundan 50 yıl önce, 1960’lı yılların emperyalizm karşıtı, tam bağımsızlıkçı devrimci gençlik hareketi öncülerinin imha edildiği, 12 Mart 1971 darbesinin tamamlayamadığını, emperyalizmin karanlık dehlizlerinde hazırlanan 12 Eylül 1980 faşist darbesi tamamladı. Nitekim 12 Eylül faşizminin, toplumu baskı ve şiddetle sindirmesiyle, ülke emperyalizme tam bağımlı hale getirildi.

               Evet, bugün üç fidanın, üç devrimci gencin faşist katiller tarafından idam sehpasına gönderildiği günün 50. Yıldönümüdür. 50 yıl önce onları asanlar, onların bedenlerini fizikken ortadan kaldırmış olabilirler, ancak onların fikirleri bu topraklarda yeşerdi, kök saldı ve onlarca yıldır Türkiye işçi sınıfı ile ezilen halklarının mücadelesine yol gösteriyor. Bu nedenle, onlardan sonra doğan milyonlarca çocuk, onların ulaşmak istedikleri ideallere ulaşmanın mücadelesini vermeye devam ediyor. Yani onlar asla unutulmadılar ve unutulmayacaklar.

              Kısacası bundan 50 yıl önce, Emperyalizme karşı verdikleri kavgada emperyalizmin işbirlikçilerinin yüzüne karşı, “Kahrolsun ABD Emperyalizmi! Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği! Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!” diyerek idam sehpasına yürüyen, Deniz, Yusuf, Hüseyin ve kurulan pusularda, işkencelerde katledilerek bu dünyadan koparılmış olan genç devrimciler, mücadelede yaşamaya devam ediyorlar.

          Aşk olsun, inandıkları dava uğruna eğilmeden, bükülmeden, dimdik idam sehpasına yürüyenlere!

Unutmadık! Unutturmayacağız!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.