Bu ülkenin bir gerçeği vardı ve bana göre bu gerçeğin en uygun adayı idin!
Hatta bu sayfada defalarca yazdım ve içimden “ eyvah bir hata yapmasa “ diye de geçirmiyor değildim!
Çünkü hala toy ve siyasette gençtin! Danışmanların var mı, yok mu bilmiyorum?
Varsa, işe ilk onları kapıya koymakla başla!
Yoksa bu yara kolay dikiş tutmayacak gibi ve bana göre seni çok kolay by pas ettiler ve umarım geri dönüşün olur!
Gelelim işin en can alıcı yanına ve içimde dolaşan şeytanın sorduklarına;
Bu Karadeniz gezin nerden, nasıl icap etti ve giderken yanına aldığın bu ülkenin bilinen mevsimsel filizkıranlarını götürmen de neyin nesiydi, Allah aşkına?
Giderken Genel Başkanınla mutlaka konuşmuşsundur ve bu götürdüğün isimler konusunda seni uyarmamışsa, başta söyleyeyim; seni aradan çıkaran odur!
Yok, danışmadan gitmişsen, götürmüşsen bu daha vahim bir felakettir bilesin!
Şimdi özür dilemen, bilmem neler yapman daha da acı bir durum!
Bir kere yaptın ve bunu toparlaman çok kolaydı, sen yine de zoru seçtin ve kendine bıçak attın!
Nasıl kolaydı?
- Evet, geldiler ve bu ülkede insanların hatasını değil, hatadan dönenleri, dönecekleri de anlamak lazım ve bu ülkeye Ancak barış böyle gelir, babında kazı çevirip yakmasaydın, belki!
Bu ülkede demokrasi yok ve senin Genel Başkanın o koltuğa nasıl oturdu, bilmiyor musun?
Hele Cumhurbaşkanlığına aday olmak gibi bir iç niyetin varsa gelecek taşa, atılacak çamura hazır olacaksın!
Öyle ki çocukken oynadığın oyunda yaptığın mızıkçılığı bile bulur yüzüne vururlar?
Yine de gönlüm senden yana. Dedim ya, bu ülkenin gerçeğisin ve sağlam danışmanlarla yürü!
Bul benim gibi kart birini, bu ülkede ilahi çarık giyeceğim” diye babasına öküz kestiren inatla dağ da, taşta yürümenin başka türlü olmayacağını...
Bak, ben neden aday olmuyorum biliyor musun?
Makbule yengem, matematik dersinden çakan oğlu sınıfta kalmasın diye çalıştırmamı istemişti ve bir takım elbise sözüyle!
Çalıştırdık ve çocuk iyi notla sınıfı geçince yenge oralı olmadığı gibi “ zaten kendisi geçerdi “ diyerek, beni taca attı ve ben intikam olsun diye tavuğunu çaldım, afiyetle yedim!
Kimse bilmiyordu ve yıllar sonra itiraf edince iş tersine döndü!
Şimdi o tavuk, kapımda deve gibi duruyor!
Şimdi aday olsam bu tavuk karşıma çıkacak, Makbule yenge mağdur, ben hırsız!
O nedenle her tavuğun yolunmayacağını da öğrendim!
Hele renk değiştirenlerden acayip ürküyor ve kaçıyorum!
************
ANNELER GÜNÜ
Kimin günü, hangi gün?
Oldum olası kapitalizmin sömürü alanına çektiği hiç bir gün dikkatimi çekmemiştir ve birçoğunu adet bozulmasın diye kıyısında yoklamışımdır!
Bilmiyorum, kolay kolay sahte girdaplara giremiyorum ve bu nedenle aykırılığımın bana bu ülkede neler kaybettirdiğini de biliyorum ve iyiki de öyle olmuş!
Çoklu kabullenişleri bir türlü sindiremiyorum!
Samimi olmayan ve kendi gerçeğini yansıtmayan hiç bir aynaya yüzümü dönme arzusu içimden gelmiyor!
Jarvis’in annesine olan özlemini ve ona bir gün adama çabasını saygıyla ve anlayışla karşılıyorum!
Kapitalizmin o iğrenç yüzüyle duyguları sömürü alanına çektiği bir gün bende farklı depremler yaratıyor!
Dünyanın bütün annelerini ve oğlu, kızı yitik ülkemin annelerini kim, nasıl anlar?
Mezarından çıkarılan ve devlet aklının seyrettiği bir annenin evlatlarına kim, nasıl bu günü anlatır?
İşte bana bunları anlatın!
Babalarından, annelerinden önce ölen çocukların olduğu bir ülke gerçeği anlatın bana!
Sokak ortasında kıyılıp, doğranan anneyi, kadını anlatın bana!
Siz anlatın!
Önemli değil, ne anlatırsanız anlatın ben anlarım!
Anlatacaklarınızın içinde bir tek insani kırıntı olmasa da, yine de anlatın ve siz anlattıkça kirli yüzünüzden akanı bir foseptik çukuruna yuvarlamak adına, yoksa kirli hikâyelerinizi dinlemek için değil!
Şimdi seksen yaşını aşan ve tüm dünyayı yaşadığı köy sanan anamın hangi gününü kutlayayım!
Çocukluğumdan bu güne kadar bir harita çıkardım ve her adımda annemin şükrettiği
Tanrı’dan başka hiç bir şeye rastlamadım ve ondandır ki hala yıl on iki ay gökten bereket ve merhamet bekler!
Yitirdiği evladı, babamı ve daha nice acının gelip kapısında durduğu seksen yıllık bir ömür!
Ve ben, anamdan önce ölmediğim her güne sevinen ve böyle bir acı yaşamasın diye dua eden adam!
Evet, kime lazımsa, ona kutlu olsun..!
******************
O KADAR YARALANDIM Kİ
Dün akşam Halk tv “ Denizin arkadaşları “ diyerek kimi kişileri konuk almıştı!
Bu konuklar arasında ki kardeşleri ve avukatını bir tarafa bırakıyorum ve onların yürekten acısını paylaşıyorum!
Ya diğerleri?
Mesela Sarp Kuray!
Bu devrimcinin şimdi nerede olduğuna bakın ve kalkıp bir de bize ders vermesine bakın!
Be adam, o arkadaşlarını ipe gönderenlerle bir aradasın, yalan mı?
Hele “ Kemalizm ve devrimine sahip çıkmak “gibi bir şeyler geveledi ki bunların Denizlere yoldaş olmaları insanın içini yaralıyor!
Ulan kiminiz o işin rantını yiyerek kariyerli yerlere geldiniz ve iyi de dünyalık yaptınız?
Madem Kemalist devrimi savunacaktın, neydi o devrimcilik ayakları?
Kemalist devrim zaten yerindeydi; kimi zaman baş kaldıran olunca da darbe yapıp haddini bildiriyorlardı ve Denizlerin idama gitmesi de budur; sevgili çokbilmiş devrimci!
Dahası “ ayrılmayın “ dediğiniz o Kemalist ilkelerden “ Milliyetçilik “ hariç ortada ne kaldı?
Allah var, o milliyetçilik öylesine işleniyor ki Hitler duysa mezarından ters döner!
Diğer arkadaş da Celal Doğan!
Bu devrimci de CHP ile hep yakın danstaydı ve sonra da Ecevit’e dümen kırdı! Çünkü Ecevit, özel harbin adamıydı ve bunu da itiraf etmişti!
Pratiğini de solcu çocukların cezaevinde yakılması ve öldürülmesi ile tescil etmişti!
Bakın, Denizlerin idamına ve de Ecevit’in o cezaevi operasyonuna Necmettin Erbakan karşı çıkmıştı!
Denizler, dini vecibeler için İmam istememişlerdi ve idam kararı verenler cinayetleri ağzında sigara ve keyifle izlerken, orada bulunan imamın gizlice ağladığını Avukatlar söylüyor!
Bu karşı çıkış ve ağlama inanan iki insanın Tanrı buyruğuna karşı şeytanlaşanlara bir tepkidir!
Ama yok!
Müslüman bir ülkeyiz; he canım!
İşte bizim solculuğumuzla, Denizlere arkadaş olmuşluğumuz da Müslümanlığımıza benziyor ve hepsi öyle karışıp bir çorbaya dönmüş ki içine kaşığı daldırıp ağzına götürmeye cesaret edemiyorsun!
Konuşun!
Dünyanın en kolay işi ölenin ardından konuşmaktır!
Hele cebiniz dolu, kariyerde yerindeyse anlattığınız her masal bir de karşılık bulur, iyi mi?
******************
HEPİNİZ ORADAYDINIZ
Bu gece Denizleri asacaklar! Henüz yirmi beşli yaşları aşmamış ve boyunlarına atılan urgan ipinden daha ince boyunlarıyla!
Ne yapmıştı bu çocuklar?
Ülke emperyalistlerin top oynama, at koşturma alanı olmasın diye, sömürüye baş kaldırmışlar-
dı.
İş birlikçi faşistler, efendilerine hizmet etmenin yarışındayken, onları “ vatan haini “ diyerek çakalların önüne atmışlardı!
Kendi yeğeni yirmi beş yaşındaydı ve hayali ihracatla ülkenin kasasını soymuştu ve kamu oyu üstüne gidince “ yirmi beş yaşındaki çocuktan ne istiyorlar?” diye tepki gösteren Süleyman Demirel, idamlara el kaldırdığında farklı bir haz yaşıyordu!
Bir tek o mu?
O dönemin hatırı sayılır sayıdaki CHP milletvekili, ya çekimser kaldı, ya da el kaldırdı!
Şimdi bunların hepsi güya denizlere ağlıyor işte o beni çıldırtıyor!
Çünkü asıldıkları gün henüz on iki yaşında bir çocuktum ve bende korkunç bir travma bırakmıştı!
İşte o günle, bu günü kıyasladığım da kuzu postuna bürünen bu sırtlanlardan nefret ediyorum!
Ama bizim hafızamız sakat olduğu için şimdi Demirel’i demokrasi havarisi diye arayanlara ne diyeceğimi bilmiyorum!
Aynısı Ecevit için de geçerli ve bu adam “ hayata dönüş “ operasyonlarının baş sorumlusuydu! Sorsanız “ Karaoğlan gökten inen demokrasi yağmuru!”
Dersim meselesini hiç saymıyorum; orada Atatürk’ün değil, benim imzam var ve o nedenle bana küfür eder, Atatürk’e biat ederler!
Edin!
Devir öyle başladı, öyle devam ediyor..!