Geçenlerde bir arkadaş paylaşmıştı. Bekir Coşkunun, kaypak ve dönekler üzerine bir yazısıydı!
Aslında bunun bir coğrafya kaderi olduğunu vurguluyordu!
Aynen de öyledir; hamuru akıl dışılıkla yoğrulan toplumlar için dönmek, döneklik bir bardak su içmekten daha kolaydır!
Kenan Paşa dönemine de vurgu yapmıştı ve bu paşa Amerika’ya selam çakarak iyi bir çocuk olduğunu ispat edince, o dönem doğan tüm çocuklara Kenan ismi verdik!
Paşaya yağ, yalakalık izdihamı yaşanıyordu ve bir de baktık ki hazret aynı zamanda ressam!
Nü, yani çıplak resim merakı vardı ve nedense hep yere yan ve sırt üstü uzanmış kadınları çiziyordu!
Resimden çok anlamam ama manzara resimleri yapabiliyorum, yani bir subaşına iki keklik koydum mu mesele tamamdır!
Bir ara Nü resime de meraklandım ki fırça bir türlü göbekten yukarı gitmeyince, baş tarafı hep unuttum ve bende insanların sadece baş kısmının orası olduğu algısı oluşunca, ne olur, ne olmaz sapıtırım diyerek tüm resim işlerinden vaz geçtim!
Sonra yurdum insanının kadın heykellerinin orasını çekiçleyerek dağıtması, erkeklerin büllüğünü koparması beni haklı çıkardı ve içimden asıl o heykelleri yapanları bulup, işlemi canlı yapmak geldi ki birkaç bin yıl öteye gitmem gerekiyordu!
Konumuz döneklikti, akıl işte, mutlaka “nü”ye kaçacak!
Ertuğrul Özkök bu ülkeye gazeteci diye işkence aleti olarak topluma dayatılanlardan biridir!
Gazetesine başlık atmıştı ve Ahmet Kayaya “şerefsiz” diyerek!
Çünkü devir öyleydi ve o çarkın içinde dönüp öyle söylemek gerekiyordu!
Şimdi de dönekliği savunuyor ve hatta “ döneklik olmasa seçimler olur muydu?” gibi son derece bilimsel ve Sokrates’i geri de bırakacak bir tespit yaptı!
Haklı!
Dünden beri kafam allak, bullak; acaba diyorum dünya dönmeseydi seçimler olur muydu?
Ya da çıplak olmasaydık, örtünür müydük?
Sizlerin yorumları önemlidir; yazma kabiliyeti olmayanlar, fikirlerini “nü” olarak resmedebilirler!
**********
Tepeden, tırnağa her an cinayet işleyecek potansiyelle nefes alıp veriyoruz!
Bir doktoru öldüreni lanetlemeden önce psikolojik ve kültürel alt yapımıza bakmak lazım!
Tepeden, tırnağa her an cinayet işleyecek potansiyelle nefes alıp veriyoruz!
Şu ülke insanının soyadlarına bakın. Kılıç, kan, şahin, doğan, kartal, aslan, yılan ve yılanın türlü renkleri dâhil!
Saymakla bitmez ve sayfa yetmez! “ Balta” diye bir soyadı olur mu?
Var; bizde balta, kazma, tırpan... Artık aklınıza ne gelirse...
Siz bunların tesadüf olduğunu mu sanıyorsunuz?
Bu, bir korku toplumunun kendisine örtmeye çalıştığı boş cesaret kılıfıdır!
Sadece insan mı öldürüyoruz?
Ne münasebet canım; kurt, kuş, yılan, kertenkele artık önümüze ne gelirse..!
Av merakım vardı ve gençliğimde ciddi bir canlı katiliydim; sonra iç muhasebeme dönünce ne kadar büyük bir yanlışla yan yana olduğumu anladım ve artık o kötü alışkanlığım mazide kaldı!
Kuşlara şiir yazarak, kuş öldürmek iki yüzlülüktür ve şiire, şaire ihanettir!
Geçenlerde bana saldıran zehirli yılanı niye öldürmedim diye neredeyse köy üzerime yürüyecekti ve o yılan bahçemi farelerden koruyandı!
Olsun, vurup öldürse de canı sağ olsun ve yılan öldüren insan sayısı ile, yılanın öldürdüğü insan sayısını oranlarsanız hangi gerçekle yüzümüz kızarır bilmem!
Bu ülkenin sokaklarında her gün tesadüfen yaşadığımızı bilmiyorsunuz her halde!
Devlet aklının gittiği yerde çete kurşunları cirit atıyor ve kimi zaman “ kim vurdu ya” gidiyorsun!
Bizim kanımızda var canım. Biz öldürmeden, kan görmeden hiç bir yaşamı kendimize uygun görmeyiz!
Çocuğu sünnet ederek, onun erkekliğe adım attığını bilinçaltına yüklersen, işte o doğal organı günü gelince silah gibi kullanır, yalan mı?
İlk gecede kan görmeyen erkeğin ipinden kopmuş dana gibi nasıl çıldırdığını biliyorsunuzdur her halde ve bundan dolayı işlenen cinayetler, onuru kırılan kadınlar ve bir ömür boyu bunun böyle olmadığını anlatmaya çalışırken, susan ve sonuçta intiharı seçen kadınlar!
Bir gidin ya!
İnsanlığa baştan aşağı kurşun sıkmışsınız ve her yerimiz kandan vıcık, vıcık..!
Sonra?
Bir doktor öldürüldü, bir öğretmen öldürüldü, biri sevgilisin öldürdü... Daha neler, neler...
Üç gün sonra unuturuz; doktoru da, diğerlerini de...
Cebimizde künyemize yazılmış bir cinayet mektubu duruyor!
Ne zaman açıp okuyorsak, yeni bir cinayete bileniyoruz!
Bu coğrafyanın Tanrı’sı böyle buyurmuş ve en çok o kendisine kurban istiyor!
***************
“ Tanrı dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar Müslüman “
Anadolu bir kavimler bileşkesidir! Bunu anlamayanlar ve bu bileşke içerisinde sadece kendisinin var olduğunu sananlar, uzun bir tarihi sürece kan uyuşmazlığı ile tanıklık ettiler!
Kuzeyde Karadeniz ve Güney’de Akdeniz’in sınırladığı topraklardan bahsediyoruz!
Bu toprakların uçları Avrupa ve Asya ya dokunur. İşte bundandır ki müthiş bir insan çeşitliliği vardı ve bu çeşitlilik, sanatın, tarihin, dilin renkli kazancıydı. Burada bir arada yaşama ve insanın ortak değerlerini yüceltmek varken, tam tersi oldu!
Kafasında ırk ve inanç sendromu olanlar bir arada yaşamayı hiç bir zaman içine sindiremediler!
Sayısal çoğunluklarından dolayı kendilerine ait bir sistem kurdular ve bu sistemin içinde başkasına yer yoktu!
“ Tanrı dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar Müslüman “ sloganını ezberine yazan ve kurdukları sistemin temeline koyanlardan bir arada yaşamın koşullarını aramak zaten olanaksızdı ve yaşanan süreçler bunu defalarca da teyit etti!
Şu anda sistemin çarkına talip olanların bayramda yaptıkları ziyaret ayrıştırması da bunun net göstergesidir!
Demek ki kim gelirse gelsin hiç bir şey değişmeyecek ve herkesin bu konuda farklı görüşleri olabilir ama yarım asrın üstünü deviren ve epey tecrübeyi gözüyle gören, yaşayan ben, buna adım gibi inanıyorum!
Bu ülkenin sorunları üzerinde kan ile oy devşirmeyi akıl zincirinden koparmayanlardan bir şey beklemek, hamlıktır, saflıktır, dahası aptallıktır!
Bu ülkeye artık bir akıllı lazım değil! Dünyanın en tehlikeli insanı korkan akıllıdır. Bilir, yanlıştan yana durarak, büyüttüğü yanlışla faciaya yol açar!
Delilerin eğrisi, büğrüsü yoktur ve olduğu gibi söylerler; taşa tutulsalar da umurlarında olmaz ve dahasını söylerler!
Demek ki bu ülkeye bir deli lazım ve bu güne kadar bize dayatılan ve çirkinliğin kutsandığı tüm ezberleri bozacak bir deli!
İnsan en çok acılarında büyür ve bunun eşi benzeri görülmemiş örneği Anadolu coğrafyasıdır. Hep kanadı, hiç durmadı ve bağrında akan nehirleri susturacak kadar!
***********
HANGİ BİRİNE YANARSIN
On dört yaşındaydı ve elinde ekmekle evine dönüyordu, vurdular; hem de güpegündüz!
Berk’in!
Bu coğrafyanın Karakaşlı hikayesi...Yani ilk cümlede vurdular, bağrı yanan anası hala gittiği fırında yol bekler!
Ali İsmail!
Resmine baktıkça içimdeki tüm ince dallar kırılır ve umudu kuru dallara yatırma tesellisidir geride kalan!
Döve, döve öldürdüler ve onu ölüme iten bir sürü planlanmış cinayet sin silesi ile...
Kemal Kurkut, bayram şenliğine gidiyordu ve üstü çıplaktı, vuruldu “ bomba taşıyor şüphesiyle!”
Bu listeyi yazar uzatırsam üç gün okuyup bitiremezsiniz!
Bu sadece üç belirgin örnek ve şimdi anlayın nerede, nasıl yaşadığınızı, ensenizde ki soğukluğun bir cinayet nefesi olduğunu ve öldüğünüzde bir tavuk kadar hükmünüzün olmadığını!
Yahu “ Cumhuriyet” dediğiniz de çıldırıyorum ve bunların hepsi bu cumhuriyette oldu, oluyor; artık bu nasıl bir cumhuriyetse, tam da Bektaşi inin tanımına uyuyor “ taşlar bağlı, köpekler serbest” üstelik sürekli karnı bıçaklanan bir öfke!
İşte bu hengâmede vatanı kurtaracağını söyleyen bir ağacın iki dalı gözlerimize doğru yol alıyor, anlayan kim?
Kör olup gözden olunca ara ki hangi dalın gözünü kör ettiğini bilesin!
Öyle değil mi “sevgili yoldaş kurbağalar”
Eh, sesinizi duyar gibiyim; ılık sulardan ayrılmayın..!