Başbakan Mahathir Muhammed’in, sevilen bakanı Enver İbrahim’i çeşitli komplolarla görevden almaya çalıştığı yıllarda (1998) yazar Ziyaüddin Serdar da Malezyadadır. Serdar, ülkeden kaçmak zorunda kaldığı o süreci şöyle anlatır:
“Bu dönem, bizim 1492 yılımızdı. Bizler Endülüs’ten sürülüyorduk. İbni Hazm’ı düşünmeye devam ettim. Bir defasında, “Ne kadar açık fikirli ve zeki olursanız olun, otoriterlik daima çevrenizden dolanacak bir yol bulur” demişti.
İbni Hazm’a göre çoğulculuk ve otoriterlik sürekli bir savaşa kilitlenmiştir. Tek bir megaloman, inşa edilmesi onlarca yıl, hatta yüzlerce yıl almış bir cenneti anında yıkabilir. İbni Hazm, Endülüs’ün böyle kaybedildiğini anlatıyordu.
Ve şimdi de Malezya aynı şekilde yıkılmaya çalışılıyordu.”
Evet, ibn Hazm’ın ve Serdar’ın sözlerine bir ilave yapmak gerekirse, sanırım şu söylenebilir:
Şüphesiz siyaset, toplumun bütün sorunlarını bir çırpıda çözebilecek bir sihir olmayabilir. Ancak kötü yapıldığı takdirde, toplumun bütün imkânlarını bir anda yok edebilecek bir tehdide dönüşebilir!
***************
‘aklın ürünü-vahyin ürünü’
İsmail Raci el-Faruki, 1986 yılında ABD’de öldürülen Filistin asıllı bir fikir adamıydı. ‘Bilginin İslamileştirilmesi’ teziyle bilinirdi…
Faruki’nin düşüncelerine bugünlerde okumakta olduğum bir kitap (Cenneti Arayan Adam, Ziyaüddin Serdar) vesileyle bir kez daha tanık oldum.
Faruki, özetle; Batının ürettiği bilgiyi önce İslamileştirip bilahare o ‘İslamileşen’ bilgiyle yeni bir İslami medeniyet kurma iddiasındaydı...
Allah rahmet etsin, ömrü yetseydi ne olurdu bilmem ama bu tür iddialar şahsen bana hep yapay gelmiştir.
Zira bilgi, bilim, akıl gibi mefhumlar, saf/nötr halleriyle zaten İslami’dirler; onların tekrardan ‘İslamileştirilmesi’ en hafif tabirle, gereksiz bir çabadır.
Nitekim İslam dediğimiz şey, Muhammed’in, İsa’nın veya Musa’nın fikirleri değil ki; bütün bir evreni var eden yüce İradenin evrene koyduğu nizamın devamıdır. Dolayısıyla doğal, doğru, iyi ve ahlaki olan her şeyin diğer adı İslam’dır. Haliyle, İslam’ın bilgi/bilimle çelişmesi veya bilginin İslamileştirilmesi çabaları da temelden yanlıştır.
Çoğu kez Müslümanların değerlendirmelerinde, ‘aklın ürünü-vahyin ürünü’ gibi ayrımlara gittiklerini ve bu iki kaynak (akıl-vahiy) arasında da tenakuz aradıklarını görürsünüz. Bunlara göre akıl ile vahiy birbirlerinin alternatifidir, o halde Müslümanlar mutlaka vahyi tercih etmelidirler!
Daha fazla uzatmadan son cümle olarak şunu da söylemek isterim: Müslümanlar, vahyi gönderenin de aklı yaratanın kendisi olduğunu ve dolayısıyla İslam’ın da doğa düzeninin bir devamı olduğunu idrak etmeden ne kendileriyle, ne insanlıkla ve ne de doğayla barışık yaşayamazlar.
Evvel emirde bu parçalanmış idrakten kurtulmalıyız…