Ülkemizin beş yıllık kredi temerrüt takası yani CDS primleri 900 puanı ü aşarak 2008 yılından sonra en yüksek seviyeye ulaştı. Peki, sık sık kullandığımız temerrüt kelimesi ne anlama geliyor. Temerrüt Arapça bir kelime olmakla beraber Türk dil kurumuna göre dik kafalılık, kafa tutma, direnme, ek faiz ödememe durumu, herhangi bir nedenle borcu ödememekte direnme veye ödeyememe durumudur.
Türkiye’nin CDS değerinin 900’ü aşarak 1980 yılından sonra en yüksek seviyeye ulaşması bir anlamda borç alma kredibilitesinin de en düşük seviyeye ulaşması demektir. Arabanın kaskosunu düşünün sürekli trafik kazasına adı karışan sürücünün adına kayıtlı otomobilin kasko primi ( hasarsızlık) nedeniyle hiçbir indirime tabi olmadığı gibi,daha yüksek kasko primi ödemek zorunda kalması dır.
Dolayısıyla Türkiye’nin Ekonomi direksiyonundaki sürücülerin kötü yönetimi yüzünden sık sık yaşanan kazalar nedeniyle kasko priminin yükselmesi ülkeyi borçlarını ödemek üzere uluslar arası kuruluşlardan borç para alamama durumuyla karşılaşmasıdır. Bu sıkıcı durumun temel nedeni de izlenen hatalı, inatçı, ideolojik siyasi ve ekonomik politikalardır.
Bütün dünya’da veya ekonomilerde enflasyona karşı faiz artırımı önerilirken,” faiz sebep enflasyon sonuçtur” gibi temelsiz sebeplerle ısrar edilirse kırılganlığın artmaması mümkün değildir.
Dolayısıyla enflasyonun yol açtığı yıkımın telafisi için başvurulan hazine kaynaklarının tükenmesi sonucunda yaşanacak bütçe açıkları ve borç ödeyememe durumu karşısında iflas bayrağını kaldırmaktan başka çareniz kalmayacaktır. Türkiye maalesef 900 ü aşan CDS risk primiyle böyle durumla karşı karşıya gelebilir.
Siyasette durum pek farklı değil. Klasik Güvenlikçi politikaların merkezinde konumlanan İktidar ve muhalefet partileri bu alışkanlıklarını terk etmedikleri sürece halka güven vermeleri mümkün olmayacaktır.
Siyasal tercihleri nedeniyle sık sık eleştirdiğimiz kitlelerin neden böyle bir tercihte bulunduklarını sorgulamadığımız sürece sağlıklı bir sonuca varmamız mümkün değildir.
Çünkü toplum aslında klasik alışkanlık, hamaset ve dayatmalardan bıkmış usanmış durumda. Ancak daha yenilikçi, daha demokratik, daha insani ve daha evrensel bir seçenekle de karşılaşmamaktadır.
Her şey milliyetçi ve mukedesatçı iktidarın belirlediği çerçevede yaşanıyor. İktidar kendisini bu politikalarla bağladığı gibi Muhalefetin boynuna geçirdiği aynı kementle siyaseti denetimi altında tutmaya devam edebiliyor. İktidar bu tutumuyla kaybederken, Muhalefette bu edilgen tutumuyla kazanamıyor.
Siyaset ve ekonominin bu denli kırılgan olduğu bir zeminde sağlıklı bir seçimin yapılma ihtimali de zayıflıyor ya da zayıflaması için ne yapılması gerekiyorsa yapılıyor. Zamanında yapılacak seçim için dahi az zaman kalmışken muhalefet açısından zam ve baskıdan bunalmış kitleleri mobilize edecek bir emare halen mevcut görünmemektedir.
İktidar açısından da durum farklı değil kendi fantezi ve klasikleriyle boğuşmaya devam ediyor. Ekonomi olmadı, bu saten sonra olmayacak gibi güvenlik ve baskı, olmadı operasyon Suriye ve Irak ne kadar Kürde acı ve ölüm o kadar oy ve iktidar denklemi içinde siyaset yapmaya çalışıyor.
Siyasetin asıl belirleyeni olan HDP ve Kürt oyları üzerinden bir yandan iştahlanılırken öte yanda öcüleştirme ve kriminalizasyon politikaları sürdürülmektedir. Bu tutum hem iktidar hem muhalefet tarafından izlenmektedir.
İktidar bu tutumuyla muhalefeti etkisizleştirirken, Muhalefette bu sopa ile bu zokayı yiyerek etkisizleşmektedir. Anket şirketlerinin Akşener’ in iyi partisine oylarını sürekli artırmakta olmasından dolayı teveccüh ederken, Altılı masanın HDP ilgisini de küçümsemeye yöneltmektedir.
Kısaca hem iktidar hem muhalefet kendilerini kendi geçmişleriyle avutmaya devam ederken, halkın ne yapacağını hep birlikte göreceğiz.