20-22 Eylül tarihlerinde Fransa’nın Strasbourg kentinde toplanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile iş insanı Osman Kavala kararlarını uygulamayan Türkiye’ye yönelik karar yayınladı.
Doğrusu, Türkiye’ye yönelik yaptırım kararları alınmasının beklendiği toplantıda Bakanlar Komitesi, bir kez daha Türkiye’ye kararları uygulama çağrısı yapmak suretiyle, kararları uygulama konusunda ayak direyen Türkiye’ye zaman kazandırmış oldu.
Kararda AİHM’in, Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği karara atıfta bulunan komite, AİHM kararında Demirtaş’ın tutukluluğunun çoğulculuğu boğarak siyasi tartışmaların serbestçe yürütülmesini sınırlamaya dair gizli bir amacının olduğu ve bunun 18. maddenin ihlali anlamına geldiği vurgulandığını belirtir.
Burada her zaman yaptığı gibi bir kez daha bu durumu “büyük bir endişeyle not eder” şeklinde ifade eden Bakanlar Komitesi, Demirtaş’ın 4 Kasım 2016 tarihinden beri tutuklu olduğunu vurgulayarak Türk makamlarını bir kez daha başvuranın derhal serbest bırakılmasını sağlamaya çağırdı.
AİHM’in HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik Anayasa değişikliğinin seçme ve seçilme özgürlüğünün ihlali olduğuna karar verdiğine ilişkin karara atıfta bulunan Komite, Türkiye’den ihlalin giderilmesi için gerekenlerin yapmasını ve kendisine bilgi verilmesini talep etti.
Bu konuda tavsiyelere devam eden komite, siyasi tartışmanın serbest olmasının ve çoğulculuğu esas alacak şekilde seçilmiş temsilcilerin, özellikle de muhalefet mensuplarının, ifade özgürlüğünü güçlendirecek somut yasal ve diğer tedbirlerin alınmasına ihtiyaç olduğunun altını çizmektedir.
Komite kararında ayrıca, Türkiye’yi yargının yürütmeden tam bağımsızlığını garantiye alacak tedbirlerin alınmasını, bu çerçevede Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısal bağımsızlığını güçlendirecek düzenlemeleri hayata geçirmeye çağırdı.
İş insanı Osman Kavala hakkındaki kararı da değerlendiren Komite, burada da alışılmış tutumunu sürdürdü ve yetkili makamları başvurucuya yöneltilen cezai suçlamaların tüm olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya ve derhal serbest bırakılmaya çağırdı.
Komite, Avrupa Konseyi üyesi devletlere, Genel Sekretere ve ilgili diğer Konsey organları ile gözlemci devletlere, konuyu gündeme getirmek üzere Türkiye ile üst düzey temaslarını yoğunlaştırma çağrısında bulundu.
Özellikle Kavala davasının gözetilmesine dikkat çeken komite, daha fazla önlem alınmaması ve Kavala’nın tutukluluk halinin devamı durumunda atılabilecek diğer adımlar hakkında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı ile görüşüleceğinin altını çizdi.
Komite, Türkiye’yi de en geç 13 Ekim’e kadar konuyla ilgili uygulamaya koymayı düşündüğü iç prosedürler hakkında konseye bilgi vermeye davet etti.
Peki, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu kararla ne yapmak istiyor dersiniz?
Kararı yorumlayan uzmanlar, Bakanlar Komitesi’nin amacının Kavala dosyasını diyalog yoluyla çözmek olduğu şeklinde yorumluyorlar. Anlaşılan Komite, AİHM kararını bugüne kadar uygulamamış olan Türkiye hakkında, atması gereken adımları atmamak ve gündemde olan yaptırımları uygulamamak için Türk yargısının Kavala dosyasını, AİHM kararları ışığında iç hukukta çözebileceğine olan inancını koruyor.
Peki Türkiye yargısının iktidardan bağımsız hareket etmesi ve bu konuda adım atması mümkün mü? Elbette değil. Zira iktidar her iki davaya da intikamcı bir anlayışla yaklaşıyor. Bu nedenle, biri “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen ve HDP’ nin 7 Haziran 2015 seçimlerine parti olarak girmesine öncülük ederek AKP’yi parlamentoda azınlığa düşürmüş siyasi rakip olan diğeri ise AKP iktidarını sarsmış “Gezi Direnişi’nin” sembolü olan Demirtaş ile Kavala’yı cezalandırarak muhaliflere gözdağı veriyor.
Bu nedenle, Türkiye’de yargının yeni yönetim biçiminde ülkeyi yöneten iradenin vesayeti altında olduğunu ve yerel mahkemelerin Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını bile tanımadığını görmezden gelmek ve Türk yargısının dosyaları AİHM kararları ışığında çözüme kavuşturacağını beklemek, insan haklarını uygulamamakta kararlı olan iktidar blokuna zaman kazandırmaktan başka bir şey değildir.
Şaka gibi değil mi? İnsan hakları, demokrasi ve özgürlükler konusunda mangalda kül bırakmayan, her fırsatta özgür dünya savunucusu olduklarını savunanlar, sıra Türkiye gibi ülkelere gelince, ayak sürüyor ve evrensel hukukun yok sayılmasına göz yumuyorlar.
Şimdi Avrupa’nın başkenti konumundaki Strasbourg’da gözler, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) gelecek ay konuyla ilgili alacağı Türkiye kararına çevrilmiş bulunuyor. AKPM’nin Türkiye kararı, Bakanlar Komitesi’nde bundan sonraki tartışmaların yönünün belirleyicisi olacaktır.
AKPM, Avrupa Konseyi üyesi 46 ülkenin ulusal parlamentolarına mensup parlamenterlerin görev yaptıkları parlamentodur. Türkiye, bu parlamentoda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen partilerin üye sayısına göre belirlenmiş olan 18 milletvekiliyle temsil ediliyor.
Hâlbuki Türkiye, 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünün üzerinden 74, 1950 yılında kabul edilen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin kabulünün üzerinden 72 yıl geçmiş olmasına rağmen, bu hakların uygulanması hususunda arpa boyu yol almış bir ülke değildir. Bu nedenle, temel insan hak ve özgürlüklerinin kullanımında Türkiye’de sıkıntılar hiç eksik olmuyor.
Üstelik Türkiye artık yeni yönetim şeklinin yürürlüğe girmesiyle yarım yamalak demokrasisinin rafa kaldırıldığı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin yok edildiği, her şeye tek kişinin karar verdiği, en basit demokratik hakkın kullanımının polis şiddetiyle engellendiği, kısacası insan haklarının kırıntısının uygulanmadığı bir ülkedir.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye’den insan haklarını uygulama konusunda adımlar atmasını beklemek kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.
Öte yandan Türkiye, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 11. maddesinin, “Kendisine cezai bir suç yüklenen herkesin, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı, kamuya açık bir yargılanma sonucunda suçluluğu yasaya göre kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılma hakkı vardır.” açık hükmüne aykırı bir şekilde, devletin en tepesinden başlayarak aşağı doğru erki elinde bulunduranların, suçluluğu kanıtlanmamış ve yargıda herhangi bir ceza almamış insanları suçlu ilan ederek evrensel hukuk kuralı olan “Masumiyet Karinesini” yok saydıkları bir ülkedir.
Kaldı ki Avrupa Konseyi’nin dolayısıyla Avrupa İnsan hakları Mahkemesi’nin koruması gereken İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin, “Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6. maddesinin ikinci fıkrası da aynı şekilde, “Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır” demek suretiyle masumiyet karinesini hüküm altına almıştır.
İnsan hakları sözleşmelerindeki bu düzenlemeler, bir kişinin tutuklanıp cezaevine konmasının tek başına onun suçluluğunun kanıtı olamayacağı yönündeki bu düzenlemelere rağmen, insanların ülkeyi yönetenlerce peşinen suçlu ilan edildiği ve bu yolla yargının baskı altına alındığı bir ülkede insan haklarının korunacağını beklemek ve korumayanlara korumaları yönünde çağrı yapmak zaman kaybından başka bir şey değildir.
Ne yazık ki, son yıllarda gerek dünya genelinde gerekse tek tek ülkelerde, insan haklarının uygulanması oldukça sorunlu. Özellikle güçlü ekonomilere sahip devletler, güçlü silah sanayilerinin müşterilerini kaybetmemek için insan hakları ihlallerini görmezden gelmektedirler.
Bu nedenle, içinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok devlet insan haklarını alabildiğine ihlal etse de çağdaş demokrasiyi savundukları iddiasında olan devletler ticari kaygılarla bu ülkelerle ticari ilişkilerini geliştirerek sürdürmektedirler. Bir başka deyişle, insan hak ve özgürlükleri ticari menfaatlere feda ediliyor.
Tüm bunların yaşandığı, insan haklarının ticarete kurban edildiği dünyada insan hak ve özgürlüklerinden bahsetmenin neredeyse olanaksız hale getirildiği açıktır. Dolayısıyla, AKPM Bakanlar Komitesi’nin, AİHM kararını uygulamayan Türkiye hakkında, kendisinin varlığının temeli olan sözleşme gereği alması gereken yaptırım kararlarını almak yerine, rica minnet Türkiye’den kararı uygulamasını istemesine şaşırmamak gerekir.
Bu nedenle, başta Türkiye’de yaşayanlar olmak üzere, kendisine insanım diyen herkesin, partilerin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin bu haklara sahip çıkmaları ve tek tek ülkelerden başlayarak dünya çapında bu hakların uygulanması için mücadele etmeleri elzemdir.
Bu yapılmadığı sürece, kapitalist sistemin yüzleri insan hakları savunucusu maskesi takılı kurumları, insan haklarını, onları uygulamamakta direnen yönetimlerin insafına terk ederek onları savunma konusundaki samimiyetsizliklerine devam edeceklerdir!