AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Eylül 2022 tarihinde Ankara’nın ikinci şehir hastanesi, Etlik Şehir Hastanesi’nin açılışında yaptığı konuşmada
“ yurtdışına çıkanlar hakkında, “Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle ellerin yani başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyorum” diye konuştu.
Peki, Arapça kelimeler kullanmaktan hoşlanan ve konuşmalarında sık sık bu tür kelimeler kullanan partili Cumhurbaşkanı’nın ülkeyi terk ederek başka ülkelere yerleşenler için kullandığı Arapça kökenli “Süfli” kelimesi ne anlama geliyor?
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre “süfli”, “Aşağı, aşağılık, bayağı, adi” anlamlarına geliyor. Kelimenin diğer bir anlamı ise “Kılıksız, pis kılıklı, hırpani.” Elbette Cumhurbaşkanı’nın kastettiği, kelimenin birinci anlamıdır.
O zaman soru şu: İnsanlar gerçekten Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi, “Süfli” bir yaşam arayışında oldukları için mi yurtdışına çıkıyorlar? Bu soruya doğru cevap verebilmek için önce ülkenin bir panoramasına bakmak gerekiyor.
Zira partili Cumhurbaşkanı’nın söyleminden, bu ülkenin güllük gülistanlık olduğu, ancak insanların “Süfli” yani “Aşağı, aşağılık, bayağı, adi” bir hayat için yurt dışına çıktıkları sonucu çıkıyor.
Peki, gerçekten bu ülke, her şeyin güllük gülistanlık olduğu, yaşanacak bir ülke olmasına rağmen mi insanlar dışarı çıkıyorlar? Elbette değil! Bunun böyle olmadığını bu ülkede yaşayan ve azıcık düşünebilen herkes söyleyebilir.
Öncelikle ülke demokratik bir ülke değil. bu nedenle, insanlar, insan olmaktan dolayı sahip oldukları en temel haklarını kullanamıyorlar. Çünkü 20 yıllık AKP iktidarında, eskiden uygulanmakta olan defolu demokrasiyi bile kaybettiler.
Ülke AKP-MHP ortaklığı ile dünyada eşi benzeri bulunmayan tek adam yönetimine savruldu. Dolayısıyla, devletin kurumsal aklı yok oldu ve artık her şeye tek kişi karar veriyor. Bu nedenle ülke çok ciddi bir yönetilememe krizi yaşıyor.
Kuşkusuz bunun temel nedeni, parlamento ile yargının yürütmeyi denetleyememeleri. Zira denetlenmeyen tak adam yönetiminin karar ve uygulamaları, ekonomiden siyasete, hukuktan temel hak ve özgürlüklere, hayatın her alanında krizler yaşanmasına yol açıyor.
Ülkenin yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle özellikle gençler arasında işsizlik tarihinin zirvesinde. Bir başka deyişle, başta gençler olmak üzere bu ülke yurttaşları gelecek endişesi yaşıyorlar. Ancak 20 yıldır yöneten ve tüm bunlardan birinci derecede sorumlu olan partili Cumhurbaşkanı, daha iyi bir yaşam arayışı ile yurtdışına çıkanları, aşağılık ve bayağı bir hayatı tercih etmekle itham ediyor.
Bunun adına halktan kopmak, onun sorunlarından bihaber olmak denir!
Bunun en bariz örneği ise söyledikleri ve yaptıkları ile insanları eğlendiren siyasetçi tipinin günümüzdeki örneği Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin halkın anlamadığı konuşmalarıdır. Bakan olduğundan bu yana, “Gözlerime bakın ekonomiyi görün.
Gözlerinizi kapatın 6 ay sonra açtığınızda Türkiye uçmuş olacak. Bizim sistemimizde emekçi kesimler hariç herkes kazanıyor.
Enflasyon bu ay düşecek, olmadı Aralık’tan sonra nasıl düştüğünü göreceksiniz” demek suretiyle, hayal tacirliği ile konunun uzmanı ekonomistleri hayretler içinde bırakan bakan beyin, son konuşmalarından birinde söylediği, “Neo klasik ekonomi düşüncesinden, epistemolojik bir kopuşu temsil eden heteredoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan;
Davranışsal ekonomi ve nöro ekonomiyle daha fazla önem kazanmaktadır” sözünün anlamını bu ülkede bilecek kişi sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Bakanın bu açıklamasında kullandığı kelimelerin anlamını bilerek mi, yoksa bilmeden mi kullandığı sorusu sosyal medyada bir hayli alay konusu oldu.
Bakanın söyledikleri, 20 yıldır ülkede tek yetkili olan ve izlediği politikalar ülkeyi duvara toslatmış olan, Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri ile bir araya getirildiğinde insanların yurt dışına çıkışlarını, “aşağılık” bir hayat yaşama arzusuna bağlamasına şaşmamak gerekir diye düşünüyorum.
Öte yandan Anayasa, kanunlar ve anayasaya uygun kabul edilmiş, insan hakları sözleşmelerinin insanlara tanıdığı temel hakların kullanılması mülki amirlerce yasaklanıyor.
Tüm anayasa, kanun ve uluslararası sözleşme tanınamazlıkların yanı sıra, istihdam yaratmayıp işsizlik üreten, istihdamda olanların kölelik şartlarında çalıştırıldığı bir ülke yurttaşlarının, kendilerine daha bir yaşam olanağı sağlanabileceğine inandıkları ülkelere gitmelerinden daha doğal ne olabilir?
Bu noktada, insanları aşağılık bir yaşam arayışında olmakla ve bunun için yurtdışına çıkmakla yaftalayan Cumhurbaşkanı’na birkaç soru sormak istiyorum:
• 2002 yılında iktidar olduğunuzdan bu yana 20 yıl geçti. 20 yıllık devri iktidarınızda yönettiğiniz devlet adına, üretim yaparak istihdam sağlayacak kaç üretim tesisi açtınız ve ne kadar istihdam sağladınız?
• Soruyu bir de tersten sorayım; sizden önce devletin elinde olup, memur ve işçi çalıştırarak istihdama katkı vermenin yanı sıra, ürettikleri mal ve hizmetleri halka düşük bedelle sunan, kaç tane ürün işleme tesisi ile fabrikayı özelleştirme adı altında sermayeye sattınız veya kapattınız?