Döneklik ve menfaati için girmeyeceği kılığın olmadığı bir ülkede o kadar örnek yaşadık ki, neden bu kadar üzerinde duruyoruz diye bir sorguya da girmiyorum,
Çünkü aklın üretemediği yerde bu tür durumlar bahaneci ve dedikoducular için Şam şekeridir; kırarak yiyemezsiniz, sadece emerek tüketirsiniz; tükenince önünüze mutlaka yeni bir malzeme çıkar; alt kültür toplumlarının kaderi böyledir ve hiç yadırgamıyorum!
Bu ülke siyasetinin temeli böyledir ve hep biri birini satmak üzerine kurulmuştur!
Hele koltuğun başına geçmek için mubah olmayan yol yoktur; bir kartın yatak odası macerası bile iyi bir malzemedir; elde tutmuşsunuzdur; günü gelince en kolay yoldan boynuna uçkur ipi takarak bir kenara çekmişsinizdir, sonra yerine gelene sarılmak adettendir; çünkü o kurtarıcıdır!
En çokta bu CHP’yi satarlar, ilginç bir durumdur. Anlaşılan kavunu koklamadan topluyorlar, kavun olgunlaşınca aniden başka tezgâha göz kırpıyor, orada her zaman alıcısı var!
İlk örneği bizim Malatya’nın “ mürşidi kâmili “ Hüseyin doğan dededir, İnönü ile beraber seçilmiştir, sonrası fazla sürmemiş, soluğu demokrat partide almıştır!
Feyzi oğulları, bilmem daha sayısızca kimler, hepsi bu yoldan geçmiş, bir zamanlar çok temiz bildiğimiz Ecevit bile Demirel’den ondan fazla vekil çalmış, hükümet kurmuştu. Bunların içinde okuma, yazması olmayanlar da vardır!
Son dönemdeki çelebi ve ondan üç beş gün öncekilerin hepsi zaten elektrik kaçağıydı!
Hattı kontrol etmeden binaya tesisat çekersen olacağı budur. Hat habire kısa devre yapıyor, ev sahibinin suçu yokmuş gibi!
Yani iki gündür kafamızı şişirdiniz; “ çelebi, yukarı, çelebi aşağı...”
Dün çay ocağında bir televizyon kanalı habire buna odaklanmıştı. Elinde çay bardağı olan dayı “ yahu memleket yanıyor, bunlar çıkmış bize… nun marifetlerini sayıyor, ayıp yav, şu elimdeki bir damla çay dört lira, Allah belanızı versin...”
Bildiğim kadarı ile Allah bela işlerine bakmıyor, sadece kendi eli ile belasını bulanlara “ canın cehenneme “ diyor!
Yumurta dört lira oldu, süt yirmi lira; ye Memet ye...Çelebi’nin çokta umurundaydı..!
************
ASI PINAR DAĞI
Ası pınar dağı, vahşi bir coğrafyanın dağlarla kesiştiği bir yerde tek başına gökyüzüne uzanır. Eteğinde adını aldığı Ası pınar, kurnos, melet başı mezraları yer alır.
Asıpınar ve kurnos yan yanadır, melet başı onlara sadece üç kilometre uzaklıktadır!
Dönemin koşulları o kadar ağır ki, şehire yılda ancak bir iki kere gidilir, uzun sürecek bir kışı atlatmak için.
Kar; öyle, böyle yağmazdı, evimizin kapısındaki kavak ağaçlarından bilirim ki en az on metreyi aşkın karlar yağardı ve kışın gözlerinizin karasından başka bir kara yoktu.
İşte burada doğmuşum ve zemherinin en acımasız ayında, Ocak ayında.
Annemin babası Hüseyin dede burada yaşardı.
İnsan güzeli bir yüz, ağzından çıkan her kelamın derin anlamı olan bilge insan. Orada yaşayanların çektiği eziyetten dolayı kendisini sorumlu his ediyor ve Asıpınar’a bir değirmen yapmaya karar verdiğinde herkes “ aman dedem, bu mümkün değil, taşı nerden getireceksin” gibi çıkışlarla bu zahmetli işten vazgeçsin istiyorlar ama o; “yok, bu değirmen dönecek” diyor!
Dediğini yapıyor ve taşı yetmiş günde, üstelik her gün işçilere yemeklerini vererek ters istikametteki atmış kilometrelik yerden üç aylık bir süre ile getirtiyor! Çoğu yerler dik yokuş ve hiç bir yerde hayvan gücü kullanma şansınız da yok.
Değirmen dönüyor. Herkes mutlu. Öyle ya, artık yirmi kilometre uzaklıktaki eski köye gitmek gibi bir dertte yok!
Değirmen Altı ay çalışıyor ve dede bir gün bakıyor ki çalıştırdığı işçi hille yapıyor. Hemen değirmeni durduruyor, bir daha çalıştırmamak üzere.
Köylü rica, minnet ediyor ve en son noktayı koyuyor “ haramın ricası olmaz “ diye!
O değirmen hala Asıpınar dağının eteğinde çökmüş ve taşıyla olduğu yerde durur!
Öldüğünde vasiyeti üzerine Ası pınarın tam karşı yamacına gömülür. Bunu bilerek yapmıştır ve bu zor coğrafyaya insanlar rahat gel ipte o mezarı türbe haline getirmesinler diye!
İşte bu derin insan kimseye avucunu açmadı.
Az konuştu, öz konuştu. “ İnsan kendinden utanmazsa, hiç kimseden utanmaz “dedi.
“ Haramın büyüğü, küçüğü yoktur, bir damla pisliğin berrak suya girmesiyle, su kirlenir, azı çoğu olmaz” diyen bilge insan; kaldır başını bak, senden sonra neler oldu?
***************
Dağ keçileri nedense hep Alevi köylerine sığınır
Burada başka inançları ötelemek, onlara bir suçlama yüklemek gibi bir niyetim yok; sadece bir gerçeğin özündeki Alevi felsefesinin doğaya bakış açısını sizlere örneklendireceğim, hepsi o kadar.
Dağ keçileri nedense hep Alevi köylerine sığınır. Çünkü Aleviler, onları “ Hızır’ın davarları” olarak kutsar, vuranın iflah olmadığını kimi somut, kimi efsane söylemlerle delillendirir.
Bizim köyümüz de sayıları oldukça çoğaldı. Onlara kimse dokunmuyor. Kimi kaçak olarak gidip vuranların bizim köyden olmadıkları da bilinen bir gerçek.
Dersimin dağları onların mekânıdır. Orada evlerin eşiklerine kadar korkusuzca inerler!
Adıyaman’da öyle. Oranın köylerinde benzer bir rahatlık var, bu hayvanlar insanların bahçesine kadar geliyor.
Bence insanın, insanlığın testini hayvanlara sormak gerekir. Sizden kaçmıyorlarsa medeniyet testinden geçmişsiniz.
Kaçıyorlarsa, üzgünüm..!
*************
Osmanlı, matbaayı üç yüz yıl imparatorluğun topraklarına sokmadı!
Dünyadaki icat ve gelişmelere “ şeytan işi “ diyerek, kafasını bir türlü karanlıktan dışarıya çıkarıp güneşle yüzleşmedi.
Karanlık bir yere kadardı ve güneşin karşı koyulmaz aydınlığı vardı ve başını kaldırıp güneşe baktıklarında artık görmeyen körlerdi.
Güneş yüzü görmeyen göz bebekleri bu sefer kendi karanlığına çekilince beklenen gerçek Osmanlı’yı dünyanın yakasından düşürdü!
Şimdi ölümüne yaşatmak istedikleri Osmanlı’nın dört yüz yıl önceki haline dönerek yola koyuluyorlar!
Dört yüz yıl önce; okumasız, yazmasız, karanlık bir dünya ve doğru söz, yaşamın tüm gerçekleri yasak..!
Bu çağın ayıbı olarak dayatılan dört yüz öncesinin karanlığında yaşamanız için tek yol, susmak, okumamak, yazmamak ve dahası birilerinin yazdığını dahi beğenmemektir!
Yoksa..!
Önce içeri atılıyorsunuz ve yargılama öyle devam ediyor; kısacası peşin suçlusunuz, öyle suçun ispatı falan yok!
Yani savcının senin suçunu ispat gibi bir derdi yok; sen kendi başının çaresine bakacaksın; artık dilin ne kadar dönerse..!
Allah var, Osmanlı’da bu işlerde kelle giderdi, yok canım şimdi öyle değil; hükümetimizin yüksek insan hakları hassasiyetinden dolayı şimdilik kelle gitmiyor, beton duvarlarla sevişmek gibi fantezi şimdilik şanstır; iki bin yirmi üçten sonra ne olur, Vallahi garantisi yoktur, yolun gidişatı buraya doğru kesintisiz gidiyor, gerisi size kalmış, isterseniz daha çok okuyun, daha çok yazın..!
Bu ülkede biz de yazıp çiziyoruz. Burada yazılarınız harf, harf takip edilirken, kitabınızı kim okur?
Yurt dışı davetiyeler var, insanlar merak ediyor, okumak istemiyor, gidemiyorsun, çünkü yurt dışı yasağın var; neden, niçin?
Biz diyoruz ki bu ülkede birlikte ve herkese lazım olacak demokratik bir cumhuriyette sorunsuz yaşayalım; “ vay bunu diyen sen misin?”
Demirtaş’ın son çıkışına dört koldan saldıranların olduğu bir ülkede kimsenin yaşama ve huzur bulma garantisi yoktur!
Çünkü burada o kadar bol kirli ekmek var ki, kim yiyi yor sa o kuduruyor; olan gün yüzü görmemeye programlanmış milyonlarca insana oluyor!
İki ay sonra enflasyonu düşürme garantisi veren hükümet, seri zamlarla bunu bize mutlaka anlatacaktır ve bu sansür yasası kanunlaşınca yüreğiniz yetiyorsa “ neden enflasyonu düşürmediniz “ deyin!
“Halkı ve hükümeti bilmem alenen ne yapmaktan...” kapınıza bir sürü seçenek gelir ve kendinize uygun olanını seçersiniz her halde ve üç yıl gibi makul bir cezası var ki, yeme de yanında yat!
Hani kimseyi öldürmediği halde beş on yıldır içeride olanlar var ya!
İşte kıyaslayın ve gidin güle oynaya yatın..!
**************
Sansür ve Dersim açılışı
Sansür, sus yasası Meclis’imizden tane, tane kabul ediliyor, yasallaştığı anda mesele tamamdır, çok sürmez üç gün sonrası muhtemelen gevezeliğime çilehanede devam edeceğim; görünen köy o kadar net görünüyor ki, ne kılavuzu, gözü kapalı gider bulurum!
Tabi bunlar bir tarafa, memlekette güzel şeylerde olmuyor değil; günün güzel haberi Dersimden geldi, beş tuvaletin açılışı bir arada ve üstelik Vali bey tarafından yapıldı ki, memlekette kıtlık var diyen herkese klozet kapağı olsun!
Meseleye “ neden, niçin “ irdelemesiyle başlarsak ortaya bir netlik çıkar; demek yiyiyoruz ki ..çıyoruz!
Bir başka deyimle “ şeker, yağ, un “ gani, bol helva yiyince çabuk yetişeceğin tuvalet lazım
devletimiz bu soruna anında el atınca yeme de ..ıç!
Tabi açılış büyük ciddiyet ve mutlu bir kalabalığın huzurunda yapılınca insan dilek ve temennileri de merak ediyor!
“ Çok değerli der simliler; güle, güle ..çın”
“ iyi günlerde ..çın “ gerçi onların hiç iyi günü olmadı, yine de denk düşürürlerse ..ıçsınlar..!
“ bu hayırlı tesisi..” pardon, bu konuda bilgiye gereksinim duyuyorum; bu tür üst düzey açılışın yapıldığı yerler fabrika mı, tesis mi?
Aydınlatırsanız sevinirim!
Her neyse, benden de iyi dilek temennileri olsun!
..çtığınız her gününüz mutlu geçsin, bol ..çın, iyi ..çın, bir de ağanınkinin üstüne sakın ha..!
Yoksa ..ktan bir bahaneyle yeni bir terteleye kurban gidebilirsiniz benden küçük bir anımsatma!