ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

 

 

               “Yukarıda açlık var, aşağıda ölüm.” Bu cümle, Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliğine (TMMOB) bağlı Maden Mühendisleri Odası (MMO) eski Genel Başkanı Maden Mühendisi Mehmet Torun’un, 14 Ekim 2022 tarihinde Bartın’ın Amasra ilçesinde 41 madencinin bir iş cinayetine kurban gittiği maden faciasını ele aldığı, Medyaport. Net’te yayınlanan yazısının başlığı. Maalesef bu iki şıktan birini seçmek mecburiyeti ile karşı karşıya kalan maden emekçileri, “Yukarıdaki açlık mutlak, aşağıdaki ölüm ise olasılık.” deseler de, uygulanan sömürü politikaları ile yukarıdaki açlık kadar aşağıdaki ölüm de mutlak olmaya başladı.

             Yaşanan facianın nedenleri üzerine çok şey yazılıp çiziliyor. Yeterli iş güvenliği tedbirleri alınmış mıydı? Alınmış idiyse sistem neden uyarı vermemişti? Verdi de o saatte sistemi takip edip tehlikeyi bildirecek personel mi yoktu? Ne yazık ki, tüm sorular henüz yanıtlanmış değil.

              Tüm Türkiye ilk dakikalardan itibaren bu soruların cevabını merak ederken, iş cinayetinin hemen ertesi günü Amasra’da açıklama yapan partili Cumhurbaşkanı, bu faciayı “kader” diye açıklayarak faciaya ihmallerin yol açtığı tartışmalarının önünü kesme yolunu seçti.

             Yaşanan iş cinayetinin en önemli nedeninin iş güvenliği tedbirlerinin alınmamış olması ve kendilerinin belirlediği norm kadronun çok altında personel çalıştırılması olduğu gayet açıkken, Cumhurbaşkanının bu açıklamayı yapması, ihmalleri soruşturan savcılar ile soruşturmada esas alınacak raporu hazırlayacak olan teknik personel üzerinde baskı oluşturacaktır.

              Hâlbuki kendi iktidarları dönemi de dâhil, on yıllardır bu ülkede ucuz işgücü üzerinden sermaye birikimi sağlama politikası uygulanıyor. Kısacası birileri daha çok kazansın diye emekçilerin can güvenliğini sağlayacak iş güvenliği tedbirleri alınmıyor.

              Elbette liyakatsiz yandaş idarecilerin bu iş cinayetlerinin yaşanmasında payı vardır ve sorgulanmaları gerekir. Ancak unutulmamalıdır ki, sorgulama onlarla sınırlı tutulduğunda, bu azgın sömürü politikasının asıl uygulayıcıları hesap vermemeye devam edeceklerdir.

              Zira facianın yaşandığı ocak, bir kamu kurumu olan Türkiye Taş Kömürü Kurumuna (TTK) ait bir ocaktır. O zaman soru şu: Anayasanın ve yasaların uygulanmasından sorumlu olan devlet, nasıl olur da kendi tesislerinde kanunların uygulanması için gerekenleri yapmaz?

                  Kuşku yok ki, gerekli tedbirler alınmış olsaydı, başta hayatını kaybeden madencilerin anne ve babaları, eşleri, çocukları, kardeşleri, yakınları olmak üzere, bu ülke de yaşayan her bir insan, “Hamdolsun facianın üzerinden 24 saat geçmeden madencilerimizin cenazelerine ulaştık." cümlesinin yerine, "Hamdolsun" madencilerimiz, sağ salim sevdiklerine kavuştular." cümlesini duyacaktı.

               Maalesef olmadı, olamazdı da. Çünkü onlarca yıldır uygulanan azgın sömürü politikası, bu ülkeyi yönetenlerden başlayarak bu ülkede yaşayanların büyük çoğunluğuna geçmişten ders çıkarma yetisini kaybettirdi.

                Ne yazık ki, her seferinde söylenen koca koca laflar birkaç gün içinde unutuluyor ve ateş düştüğü yeri yakar sözünü doğrularcasına yakınlarını kaybedenler kaderleriyle baş başa bırakılıyorlar. Oysa geçmişte yaşananlardan ders alınabilse, bu kadar çok facia ve can kaybı yaşanmazdı.

                  Maden Mühendisleri Odası eski başkanı Maden Mühendisi Mehmet Torun yukarıda bahsettiğim yazısında, dünyada kömür üretiminde ölümlü kazalardaki sıklık oranına değiniyor ve bu oranın, “ABD’de yüz binde 8, Almanya’da yüz binde 4, Türkiye’de ise yüz binde 60.” olduğunu belirterek durumun vahametini gözler önüne seriyor.

             Özellikle AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından bu yana, maden kazalarında önemli bir artışın yaşandığını, iş sağlığı ve iş güvenliği verileri gözler önüne seriyor. Konunun daha iyi anlaşılması için AKP ’in iktidar olduğu 2002 yılından bu yana meydana gelen belli başlı maden facialarında toplam 449 madencinin hayatını kaybettiğini aktarsam yeter sanıyorum.

            Tabii bu rakam toplu iş cinayetlerinin rakamıdır. Bu rakama, her birinde daha az sayıda emekçinin hayatını kaybettiği kazaların rakamları eklenmemiştir.

             Ne yazık ki, işçilere üretim artışının dayatılması ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmaması sonucu, maden facialarında yüzlerce işçinin hayatını kaybettiği 20 yıllık AKP iktidarının başında bulunan Cumhurbaşkanı, bu ölümleri Soma’da “Fıtrat” Amasra’da “Kader” diye açıklayarak sorumluluğu üzerinden atma yolunu seçti.

              Hâlbuki bu iş cinayetlerin nedeni, “fıtrat” veya “kader” değildir. Özellikle madencilik alanında iş verilen birçok şirketin, bu işkolunda ihtisas sahibi olmayan, devleti yöneten iradenin kendilerine sağladığı imtiyazlarla yüksek kâr elde etmek amacıyla bu sektöre girdikleri, devletin denetim görevini yapmadığı, tüm bunların ise madencilik gibi ağır ve tehlikeli işkolunda iş cinayetlerinde patlama yaşanmasına neden olduğu gayet açıktır. 

             Elbette facialara yol açan nedenler bunlarla da sınırlı değil. Yukarıda belirttiğim gibi son facianın yaşandığı ocak bir kamu kurumu olan TTK’ye ait. Yani devletin işlettiği bir ocak. Peki, TTK’nin başında kim var dersiniz? Daha önce 8 işçinin iş cinayetine kurban gittiği Kozlu Kömür Ocağı'nın mahkemece kusurlu bulunan ve cezalandırılan müdürü.

 

"Nasıl olur?"demeyin, Size anlatayım:

 

            Evet, 8 Ocak 2013 tarihinde yine TTK’ye bağlı Kozlu Kömür Ocağı'nda meydana gelen metan gazı patlamasında 8 madenci hayatını kaybedince, sorumluları tespit etmek üzere savcılıkça soruşturma başlatılır.

              Dönemin Kozlu Müessese Müdürü de sorumlular arasındadır. Müdürün de içinde bulunduğu sorumlular hakkında dava açılır. Tabii Türkiye’de yargı sürecinin uzun sürmesini fırsat olarak kullanan hükümet, Yargılanmakta olan Kozlu Müessese Müdürünü yargılanması sürerken, ödüllendirecek şekilde terfi ettirir.

               Müdür, 2017 yılında Türkiye Taşkömürü Kurumu Yönetim Kurulu Başkanlığı ile aynı kurumun Genel Müdürlüğüne vekâleten atanır. Ertesi yıl yani 2018 yılında ise yargılaması süren müdür bu sefer iki koltuğa asaleten atanır.

               Bu arada yargı süreci devam eder ve sanık eski müdür, yeni genel müdür, mahkeme tarafından 4 yıl hapis cezasına çarptırılır. Zira eldeki deliller gayet net ve mahkemenin yapacağı bir şey yok. Ancak genel müdürün cezası iyi halden önce indirilir, sonra da paraya çevrilerek taksitlendirilir. Böylece cezanın kamu görevinde kalmasının önünde engel teşkil etmemesi sağlanmış olur.

             Evet, deliller çok netti. Zira son faciada ortaya çıktığı gibi, Kozlu’da ki faciada da Sayıştay raporları ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının konunun uzmanı müfettişlerinin raporlarına rağmen, gerekli tedbirler alınmamış, uyarılar taşeron şirkete verilen küçük para cezaları ile geçiştirilmişti.  

               Şimdi cevaplandırılması gereken soru şu: Daha önce aynı konuda kusurlu bulunmuş ve ceza almış bir müessese müdürünün, görevden alınmaması, görevden alınması şöyle dursun, terfi ettirilmesi, kader mi?

                Peki, tüm bunlar yaşanırken yargı ne yapıyor dersiniz? Ne yapacak canım, Türkiye tarihinin en büyük toplu iş cinayetinin yaşandığı Soma’ya giderek, orada katliama yol açan ihlalleri ortaya çıkarmaya ve hayatını kaybeden madencilerin ailelerine hukuki yardımda bulunmaya çalışan Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın da aralarında bulunduğu dernek yöneticilerini, dernek hakkında başlatılan soruşturma ve açılan davada, Soma ailelerinin avukatlığını üstlenen Can Atalay’ı ise Gezi Davası'nda mahkûm etmekle meşguldü.

              1980 ve öncesi doğumlular hatırlarlar, Zonguldak, Bartın ve kısmen Karabük illerini kapsayan taş kömürü havzasında çalışan işçilerin üye oldukları bir sendikaları vardı.

              Hani şu Neo liberal politikaların uygulayıcısı 12 Eylül darbesinin Başbakan yardımcısı, sonrasının Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile partisi ANAP’ın, Toplu Sözleşme masasındaki dayatmalarına boyun eğmeyen ve 1990 yılının Aralık ayında 40 bin TTK işçisiyle greve çıkarak 1 ay boyunca Zonguldak kent merkezinde yaptığı eylemlerle kenti, hatta bütün bir havzayı direniş alanına çeviren, taleplerine cevap verilmeyince zamanın Sendika Genel Başkanı Şemsi Denizer’in çağırısıyla, işçiler ile ailelerinden oluşan yaklaşık 100 bin kişiyle 4 Ocak 1991 tarihinde Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyüşe geçen, 3 günde Bolu Gerede’ye ulaşan büyük madenci yürüyüşünün öncüsü Genel Maden-İş Sendikası tüm bunlar yaşanırken nerede? diye soracak olursanız.

            O sendika Şemsi Denizer’in bir komplo sonucu öldürülmesinin ardından teslim alındı ve bu büyük direnişi yapan TTK işçisinin gücünü kırmak için uygulamaya konan, işletmenin parçalar halinde özelleştirilmesi programının hayata geçirilmesini seyretti.

              Seyretmekle kalmadı  bu politikanın bizzat ortağı oldu. Ve ne yazık ki derdi işçi olmayan bu sendikanın yöneticileri şimdilerde ise iş cinayetlerinde sorumlulukları bulunan bakanlar ve TTK bürokratları ile aynı fotoğraf karesine girmenin telaşındalar.

              Yıllardır bu ülkede söyleniyor, yazılıp çiziliyor. İşçiler; sendikaların kendi örgütleri olduklarının farkına varıp sendika yöneticiliğini meslek olarak değil, işçi sınıfının mücadelesinin aracı olarak gören ve ona öncülük misyonunu üstlenenlerin yönetimlerde oldukları, demokratik kitle ve sınıf sendikacılığını savunan sendikalarda örgütlenip, sendikalarda söz ve karar sahibi olarak bu bürokrat ve işbirlikçi sendikacı tipini sendikalardan temizlemedikçe bu çark böyle dönmeye devam edecek.

             Sizi bilmem ama doğrusu ben tüm bu yaşananları görünce, öncekilerde olduğu gibi bu iş cinayetinde de gerçek sorumluların ortaya çıkarılacağına ve cezalandırılacaklarına inanmıyorum ve soruyorum: "Sizce madencilere ölümü reva gören kaderi kim yazıyor?"

 

Maden facialarında hayatını kaybetmiş maden emekçilerine saygıyla…

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.