” En derin yüz yıl “ diye bir çalışmam var. Sadece adına “ Cumhuriyet “ dedikleri ve şimdi yüzüncü yılına eren başlangıçla bu güne kadar olana yolculuk ediyorum!
Cumhuriyetle hiç alakası olmayan bu yüz yılın ancak hala çeyreğindeyim ve sadece kabaca olanları adeta cımbızlayıp çalışıyorum, niyetim buradan bir kitap çıkarmak; hepsini yazmaya kalksan her yılı onlarca kitap eder ki, ne benim, ne de kimsenin işi değil!
Bir kere Osmanlı’yı falan yıkan olmadı, sadece bir isim ve kişi değişikliği ile mevcut devlet ve anlayış devam etti, üstelik Osmanlı’nın kaybettiği üç kıtadaki milyon kilometre karelik topraklardan da çekilerek!
Osmanlı’nın tüm borçları üstlenmiş ve bunlar yıllar içinde özellikle İngilizler başta olmak üzere tefecilere ödenmiş ve bu gün bir türlü kurtulamadığımız dış borçların temeli odur, üstüne tembelliği ve bilime açılan yollara koyulan ambargoları da koyarsanız, Osmanlı zihniyetinin ölmediğini ve bundan bir Cumhuriyetin çıkmadığını net olarak görmeniz için sadece Mahir Ünal’ın çıkışına odaklanmanız gerekmiyor!
Mahir Ünal öyle kendi başına konuşmamıştır; temsil ettiği zihniyetin sözcülüğünü yapmış ve bir yoklama çekmiştir!
Aslında o da biliyor Osmanlı’nın yıkılmadığını ve şu an tüm ipler ellerinde; dahasını, dahasını istiyor ki arzulanan Osmanlı taçlansın!
Bunları bir CHP, ya da HDP vekili söyleseydi, sabaha kalmaz dokunulmazlığı kaldırılırdı ve dahası şimdi savcı huzurundaydı. Bahçeli öyle üstü kapalı yumuşak bir uyarı ile kalmaz, hırsından kürsüyü un, ufak ederdi!
Neyse;
Cumhuriyet, aynı zamanda demokrasi demektir ve ben soruyorum; bu yüz yıllık serüvende demokrasi gören varsa beri gelsin!
Her on yılda bir yapılan sistematik darbelerin yegâne temeli demokrasi gelmesin diyedir!
Çünkü Cumhuriyetin temelini attığın kodlar demokrasi ile örtüşmez!
Irk ve İnanç eksenli bir anlayışın neresine Cumhuriyeti, ya da demokrasiyi sokacaksın?
Alt kültür toplumlarını uyutmadın en güzel yolu süslü laflarla kandırarak bildiğini okumaktır!
Bunun dünyada en iyi örneği biziz ve bu konuda ısrarcıyım!
Seçme, seçilme hakkı vermiş, parlamento da kadın vekil sayısı hala beşte bir ve onun yarısı da demokrasi düşmanı (!) HDP’ ye ait!
Kamusal alanda ki kadın sayısına bakın, yüz yılda kadınların kat ettiği mesafeyi görürsünüz ve bunun adı, “ Cumhuriyet! “
Ülkede nüfusun üçte biri Alevi, lütfen varsa bir kaymakam, emniyet müdürü, vali gösterin!
E, bazen bir iki tane varmıştı isimlerini açıklamak sakıncalıymış!
Yani bu “ sakıncalıymış” sözü olmamalarından daha beter..!
Laiklik, kılık kıyafet, hiç birini saymıyorum, çünkü sayfalar yetmez; anlayan anlamıştır; anlamayan zaten benim bir cumhuriyet düşmanı olduğumu sanacak; dedim ya, doğruyu gerçeği görmemek için gözümüze bir kara perde indirilmiş ve biz bu karanlığı cumhuriyet sanıyoruz!
Bana gelince; Vallahi düşman olduğum falan yok; keşke olsa da bir cumhuriyet, koyunun tuza koştuğu gibi gidip yalayacağım ve üstüne de yaylaktan bir su; gel keyfim gel..!
Bilmiyorum; karanlığın içinde dünyayı güneşsiz zannedenler ne düşünür; ihtimal en bana giydirecekler ve böylesi bir Cumhuriyetin vatandaşı öyle olur zaten.
O nedenle hiç kızmıyorum, kızmayacağım da, sadece elime tutuşturulan bir ekmek var, neresinden ısırmaya kalksam, hepsi kan; hepsi Maraş, Malatya, Çorum, Madımak, Baş bağlar... İçini zaten hiç açmaya cesaretim yok; orası binlerce faili meçhul, ağlayan anneler ve kemik torbası...
Gerisi de size kalmış, ya tamamlayın, ya da mutlu olduğunuz karanlığa güzellemeler yapın..!
*************
DAHA NE YAPSINLAR
Bakıyorlar ki muhalif biri görüşlerini, ya da kaygılarını açıklıyor. Yasa gereği bir suç yok ve üstelik bu yasayı kendileri koymuş, anayasanın ifade ve düşünce özgürlüğünü güvence altına alan ( alamayan )maddelerine rağmen!
Sonra bakıyor ki hoşlanmadığı bu tür çıkışlara savcılar dönüp bakmıyor bile; çünkü az buçuk hukuk kırıntısının yanından geçen her savcı ve hâkim, düşüncenin suç olmadığını bilir ve bir suç sabitlenmedikçe de herkesi suçsuz bilir!
Bizde böyle bir durum var mı, o çok ayrı bir mesele, sadece ufak, tefek hukuk kırıntılarını umut sayarak sallanıp gidiyoruz işte!
Hal böyle olunca bizim Reis ve ortağı Bahçeli yargının bu umursamaz tavrına çıldırıyor; derhal künye okuyarak hedef gösteriyor, sonra bakıyorsunuz ki birileri kolda kelepçe ile linç
masasına çekilmiş, ardı, sıra gelen şablon suçlamalarla hapsi boylamış, gerisi ayrı bir dram; “ oh iyi oldu “ diyenlerle, bağırıp, çağıranların “ yanındayız “ çaresizliği ve üç gün sonra her şeyin unutulduğu, muktedirlerin yeni hedefler üzerine yoğunlaşarak, bir öncekini unutturma intikamı ve hırsı..!
Hepimiz “ devlet “ kavramını sözcük anlamından alarak, yapısal işlevine evirdiğimizde karşımıza nasıl bir ürkütücülüğün çıkacağını biliriz!
Tüm işlerliğini boş verin, sadece silahlı bir güç olduğunu düşündüğünüzde kiminle yatıp, kalktığınızı düşünmeseniz daha iyi olur!
Dünyada en mutlu insan bilmeden yaşayandır!
Düşünün bir mekândasınız orada görmediğiniz bir yılan var ve uykunuz gelmiş. Yılanı görmediğiniz için muhtemelen rahat uyuyacaksınız, tersini düşünün ve yılanın mekâna girdiğini görmeniz bile yeterli, işte o gece uyuma şansınız yoktur; uyku tutmaz, belki de mekânı terk edersiniz!
Bu ülkede kaygısı olmayanların uykuları rahattır.
Çünkü onlar yarını, ötesini düşünmez.
Kendi emeği ile bile karnı doymuşsa tüm duaları devlete çıkar, üstelik Allah’ı da razı ederek!
İş bununla bitmiyor; kaygısı olanlar huzursuzdur, devletin hangi adımının canına okuyacağını bilir; dahası, ipi giderek boğazımızın son halkasına kadar gerenlerin niyetlerini de!
Bu nedenle yatağında rahat uyuyamazlar, hele ki adresleri muktedirlerin elindeyse, her kapı tıkırtısının garantisi yoktur, evinizin içi dağılmış Pazar yeri sonrasına döner ve manzara geri de, siz içeridesiniz!
Hızla modern dünyadan kaçan farklı bir devlet anlayışına alıştırılmaya çalışıyoruz!
Aslında Mahir Ünal bu tarifi net yaptı. Yaptı da ne oldu?
Ne olacak canım; “ fikir ve düşünce özgürlüğü!”
Ez cümle; bu ülkede yeme, içme özgürlüğü ile düşünce özgürlüğü sadece “ sağ “ muktedirlere aittir!
Solcular, demokratlar, ötekiler asla ve katta konuşamazlar; içeriği ne olursa olsun suçtur!
Abartıyor muyum?
Abarttığımı düşünenler, yılanın mekânda olduğunu bilmeyenlerdir!
Rahat uyuyun; iyi geceler..!
*************
BİR KEZ DAHA CUMHURİYET
Defalarca yaptığım yolculuktur. Doğudan batıya, güneyden, kuzeye... bu kadar güzel bir doğayı, güzel bir iklimi ve dahası etrafına sudan bir gerdan çekerek süsleyen Tanrı bereketinin karşılık bulmayan hayreti, hep içimi acıtmıştır!
Bu topraklarda yokluğu, yoksulluğu yaşamak tarifsiz bir akıl yetmezliğidir!
Bunu becerebilmek için nasıl bir gen taşımak gerekiyorsa işte onu taşıyoruz ve o geni dünyaya bedel; çalışkan, zeki ve bilmem daha hangi süslemelerle kandırmışsak, hepsi tam tersi bir gerçekle karşımızda duruyor!
“Dünyaya bedel” olmayı kaba kas gücüne sığdıranların dünyadan haberi olsaydı, sanırım kasları hiç hareket etmeyen ve sadece beyni ile dünyaya hükmeden fizikçi Steven Hawking, ya da şu an dağ başında yazabildiğim teknoloji harikası el telefonunun mucidi Steve Jobs’un kaç dünyaya bedel olduğunu bilirlerdi ve akıl ile kas arasında ki farkın ne demek olduğunu da anlarlardı!
Yok; bu yetmez akla göre bir boksörleri gavur rakibini dövmüşe, mesele tamamdır ve kendileri dünyaya bedeldir!
İşte bu kaba güce inanan ve çağın icatlarına, matbaaya direnen Osmanlının ve dahası şimdiki Türkiye’nin hali ortada!
Dünyada gazeteci, düşünürü, yazarı cezaevinde olanların başını çeken bir Türkiye!
Yalnız şimdi mi?
Hayır!
Hakkını vermek lazım “ cumhuriyet “ dedikleri serüvenin yüz yılı hep öyleydi!
Merak edenler “ Cumhuriyet tarihi boyunca hapis yatan yazar, çizer, gazeteci” sayısına gogglede bakar ve nasıl bir cumhuriyetle yol yürüdüklerini görür!
Evet!
Cennet bir ülke profili ile yazıya giriş yapmıştık!
Bir çöl ülkesi İsrail’den tohum alıyor ve bütün topraklarını boş bırakmış, naylon bezlerin altında sera ile vatandaşına hormonlu sebze, meyve yediriyor; çünkü en iyi ve hormonlu olanı İsrail ilaçları ile can buluyor ki canımızı alsın!
Diğer taraftan taş eksen, taşın biteceği ovalar, meralar boş ve biz şimdi yirmi beş lira olan domatesi yiyemiyoruz!
İşte Cumhuriyete buradan bakmadığınız sürece; siz ha “ yaşasın cumhuriyet, bir Türk dünyaya bedel “ deyin, bunların hiç biri karın doyurmaz ve yokluğun, yoksulluğun olduğu yerde huzur bulma şansın da yoktur; nitekim yüz yıldır, huzur bulduğun bir tek günün adını söyleme şansın yoktur!
Şimdi “ Cumhuriyeti taçlandıracağız “ diyenler var!
Üzülerek gülüyorum! Hiç bir gününü görmediğin ve acıdan, kandan başka bir şey görmediklerini mi taçlandıracaksın?
Duvarda kanlı bir post görüyorsan, bil ki orada bir şeyler kesilmiş ve derisi yüzülmüştür!
Bunu mu taçlandıracaksınız?
Daha çok post, daha çok yüzülen deri!
Başka da nasıl taçlanır?
Bu gün caddeler, sokaklar elde bayraklarla donanacak, güzellemeler ardı sıra; kimi isteyerek, kimi istemeyerek ve dahası çoğunluğu bilmeden bir yüz yıllık söz tekrarına düşecek; “ yaşasın Cumhuriyet!”
E, yaşasın; nasıl olsa sen yaşamıyorsun!