Ülkeleri iyi yönetemeyen ve topluma verecek bir şeyleri olmayan iktidarlar ile yandaşlarının en önemli özelliklerinden birisi algıyı yönetebilmektir. Bu nedenle, muhalif bireyler ile kurumsal yapıları hedefe koyarak algı oluşturur ve onun üzerinden bir yandan ülkenin gerçek gündeminin üstünü örter diğer yandan yapabiliyorlarsa onların cezalandırılmalarını sağlarlar.
Algı oluşturmada yaptıkları en iyi şey niyet okumak ve toplumu, hedef aldıkları birey veya kurum temsilcisinin söylemediğini söylediğine inandırmaktır. Hele bir de sorgulama yeteneğini yitirmiş, algıyı satın alacak hazır kitleler varsa, sıkıştıkları an algı operasyonuna başvurmayı alışkanlık haline getirirler. Aslında bu tür operasyona başvurulduğunda, toplum dönüp ülkede yaşananlara bakabilse operasyonun gerçek amacını rahatlıkla anlayabilir.
Türkiye son yıllarda bu tür operasyonlara sıkça sahne olan bir ülkedir. Nitekim daha önce bu şeklide birkaç defa hedef olan Türk Tabipler Birliği (TTB), bugünlerde bir kez daha aynı yöntemle karşı karşıya kaldı.
Zira bir bilim insanı, bir adli tıp doktoru olan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, “TSK’nin kimyasal silah kullandığını” söylediği iddiasıyla, iktidar ile yandaşı medya tarafından hedef alındı ve savcılık tarafından hakkında soruşturma başlatılması sağlandı.
Hâlbuki Fincancının konuşmasını izleyen herkes, kendisinin TSK’nin kimyasal silah kullandığını söylemediğini, bilim insanı sorumluluğu ile iddiaların uluslararası sözleşmeler çerçevesinde, bağımsız kuruluşlarca araştırılmasına izin verilmesi gerektiğini söylediğini görecektir.
Bu açık gerçeğe rağmen, insanların söylediklerini çarpıtmakta bir hayli deneyimli olan siyasetçiler ile yandaş medya, Fincancının canlı yayında söylediklerinin içinden cımbızla kelimeler çekmek suretiyle onu ve başında bulunduğu, bilim etiğinin ve insan sağlığının koruyucusu meslek birliğini hedef tahtasına oturttular.
Bunun üzerine Şebnem Hoca, bunu yapanlara ünlü yazar Stefan Zweig’in yıllar önce söylediği “Ben söylediklerimden sorumluyum, sizin anladıklarınızdan değil.” sözünü hatırlatırcasına bir açıklama yaptı ve “Kimyasal silah kullanıldığını söylemişim gibi algı oluşturuluyor.
Ben bir insan hakları savunucusu, bir adli tıp uzmanı olarak, bilim insanı sorumluluğumla iddiaların uluslararası hukuk çerçevesinde araştırılmasına izin verilmesi gerektiğini söyledim.” dedi.
Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, kendisi herhangi bir suç işlemediğine gayet emin. Gel gör ki burası Türkiye ve bu ülkede muhalif olmak, hele bir de sağlık gibi yandaşlara rant kapısı olarak kullanılan bir alanda, yurttaşların sağlık hakkını savunmak için sağlıkta özelleştirmeye karşı çıkmak, sağlık emekçilerinin özlük haklarını savunmak suçlu olmanıza yeter de artar.
Dolayısıyla, istediğiniz kadar “Ben düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde düşüncemi ifade ettim, sizin söylediğinizi söylemedim, zaten söylediklerimde suç teşkil edecek bir şey yok ” deyin, karşınızdakiler açıklamalarınızı anlamak istedikleri gibi anlayacak ve arkalarına aldıkları medya gücü ile sizi anında suçlu ilan edeceklerdir. Daha açık bir ifade ile onlar için sizin ne söylediğinizin bir önemi yok. Zira onlar söylediklerinizden araç olarak kullanmak istediklerini çıkaracaklardır.
İlginç değil mi? İktidar bloğunun üzerinde tepindiği açıklamayı yurtdışında yapan Şebnem Hoca, açıklamasında suç unsuru bulunmadığına o kadar emin ki, açıklamanın hemen ardından savcılıkça hakkında soruşturma başlatıldığını bildiği halde Türkiye’ye dönme konusunda en ufak bir tereddüt yaşamıyor ve açıklamadan birkaç gün sonra ülkeye dönüyor.
Yurda döndükten sonra ise avukatları Ankara ve İstanbul’da soruşturma başlatan savcılara hem sözlü hem de yazılı olarak başvuruyor ve “Müvekkilimizi ifade vermek üzere hazır edeceğiz, istediğiniz gün ve saatte ifadesini verecektir.” diyorlar.
Kaldı ki, Şebnem Hoca tüm kamuoyunun tanıdığı bir bilim insanı, Türk Tabipleri Birliği Başkanı, yeri, yurdu, adresleri biliniyor. Herhangi bir zamanda savcılık daveti üzerine ifade vermeye zaten gidecektir.
Savcılık bunu yapmıyor çünkü iktidarın hem ülkenin gündemini değiştirmek hem de TTB ve benzeri meslek örgütlerine yönelik planını hayata geçirmek üzere bir algı operasyonuna ihtiyacı var. Dolayısıyla iktidar bloğu liderlerinin açıklamaları bekleniyor.
Derken önce AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabine toplantısı sonrası “Türk Tabipler Birliği Başkanı ile ilgili yargı harekete geçmiştir. Hem bu kişiyle hem bu kurumla ilgili adımlar atılacak. Bakanlarımıza, Tabipler Birliği başta olmak üzere meslek örgütlerinde yeni yapıya geçilmesine yönelik mevzuat çalışmalarının hızlandırılması talimatı verdik.” diyerek işareti verdi.
Ardından iktidarın diğer ortağı MHP Genel Başkanı Bahçeli grup toplantısında, “Türk Tabipleri Birliği’nin başkan ve yöneticileri hakkında en ağır cezai işlemler tatbik ve temin edilmeli ve TTB başkanı ile yöneticileri vatandaşlıktan çıkarılarak, vatansız bırakılmalıdırlar.” diyerek işareti pekiştirdi.
Tesadüf bu ya 24 ve 25 Ekim tarihlerinde peş peşe yapılan bu açıklamaların hemen ardından, 26 Ekim sabah saat 06.30’da Şebnem Hoca, evine yapılan polis baskını ile gözaltına alındı.
Kuşku yok ki tesadüfler bununla da sınırlı kalmadı. Şebnem Hoca’nın avukatlarının, soruşturma savcısı ile görüşüp gözaltı kararına ulaşamadıkları saatlerde, TRT, Sabah ve benzeri iktidar yandaşı yayın kuruluşları televizyonlarında ev araması ve gözaltı ile ilgili haber geçmeye başladılar.
Elbette belirtilen yayın kuruluşları bu bilgilere tesadüfen ulaşmışlardı. Öyle ya kanunlara dört dörtlük uyan devlet görevlileri, bu bilgileri servis etmiş olamazlardı(!) Durun tesadüfler bitmedi. Çünkü yayınlar bununla bitmiyor.
Nitekim daha gözaltı tutanağı düzenlenmemişken devletin televizyonu TRT tutanağın içeriğine ilişkin detaylı haber yapıyor. Habere göre Fincancının evinde silah ve mermi ile örgütsel doküman bulunmuş ve Fincancı gözaltına alınmıştı. Yani gözaltı işlemi yapılmadan, gözaltı haberi geçmeye çoktan başlanmıştı.
Peki, ev aramasında bulunduğu söylenen mermiler ile örgütsel doküman neydi? Bakın konuyla ilgili Şebnem Korur Fincancının Avukatı ne diyor:
“Hocanın dedesi de babası da asker kökenli. Ev aramasında babasından kalan ruhsatlı silaha ait bir kutu fişek çıktı. Babasının ölümü sonrasında yani 14 yıl önce bu silahı tutanak karşılığı karakola teslim etmiş, belli ki silaha ait bir adet fişek kutusu gözden kaçmış. Üzerinden 14 yıl geçtiği için Şebnem Hoca’nın ayrıntıları hatırlaması elbette mümkün değil.
Yanı sıra adli tıp uzmanı bir akademisyen olan Hoca’nın, eğitim materyali olarak kullanabileceği fişekler “örgüt materyali” diye lanse ediliyor, paylaşılıyor.”
Avukat, örgütsel doküman olarak haberleştirilen yayınla ilgili de açıklamalarda bulunuyor ve “Örgüt yayını diye sunulan kitap, Bejan Matur’un ‘Bir Dağın Ardına Bakmak’ isimli kitabı. Bir yayın hakkında sonradan toplatma kararı verilmiş olsa bile, tek bir örneğine sahip olmak suç değildir” diyor.
Bakın birdenbire örgütsel doküman olan bu kitabın ilginç bir hikâyesi daha var. Şöyle ki; 2011 yılında yayımlanan kitabın tanıtımını yapan televizyon kanallarından birisi de, bugün örgütsel doküman diye haberleştiren devletin resmi yayın organı TRT.
Yine aynı kitap, bir okulda öğretmenler tarafından öğrencilere tavsiye ediliyor. Ancak öğretmenler daha sonra kapak resmine bakarak, kitabı sakıncalı görüyor ve geri topluyorlar. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, 14 Şubat 2015 tarihinde katıldığı bir kitap fuarı etkinliğinde yaptığı konuşmada, “Öğretmenler, sadece kitabın kapağındaki resme bakarak, bunun sakıncalı kitap olduğu izlemine kapılmışlar ve öğrencilere verdikleri kitapları toplamışlar.
Bu doğru bir davranış değildi. O zaman kendisiyle de görüştüğümde (Bejar Matur’u kastediyor) bu düşüncelerimi ilettim. Ama kitap fuarı vesilesiyle bir kez daha Bejan Matur’dan, Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki bu uygulama nedeniyle özür diliyoruz. Yanlışlık yapılmış, yanlışlığı düzelttik.” şeklinde konuşuyor.
Zaten avukatın da açıklamasında belirttiği gibi, kanuna göre önce basılmasına izin verilip sonradan yasaklanmış olan herhangi bir yayından, bir yerde bir tane bulunması suç teşkil etmez.
Evet, anlaşılan Şebnem Hoca’nın uzun süre göz altında kalması ve hatta tutuklanmasını sağlamak amacıyla senaryosu önceden yazılmış algı ve karalama operasyonu yapılıyordu. Zira Hoca, savcılıkta ifadesini verdikten sonra avukatları ile savcılığın kararını beklerken, TRT kendisinin tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildiği haberini geçiyordu.
“Peki, bununla ne amaçlanmıştı?” diye sorarsanız, size Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması sonrasında, savcılığın TTB Merkez Konseyi Başkanı ile Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınmalarına ve yerlerine yeni isimler atanmasına dair dava name hazırlamasına bir bakın tavsiyesinde bulunacağım. Zira ikisini birleştirdiğinizde niyetin, ele geçirilememiş TTB gibi meslek birliklerini, kayyım atama yoluyla ele geçirmek olduğunu göreceksiniz.
Kısacası algı ile ülkeyi yöneten mevcut iktidar bloğu, politikalarına karşı çıkan, özellikle pandamı sürecinin yönetilmesinde şeffaflıktan uzak olunmasını sert bir şekilde eleştiren TTB’yi ele geçirmek için, Şebnem Hoca’yı hedef seçmiş ve söylemediklerini söylemiş gibi göstererek, bunun zeminini hazırlamak istemiş ve TRT dâhil yandaş medyayı da buna alet etmiştir.
Şimdi muhalif basın ile sosyal medyayı susturmak için dezenformasyon kanunu çıkaranlara sorulacak en önemli şu:
Sizce dezenformasyonu kim yapıyor?