Türkiye, 2002 yılında iktidar olan AKP ile başında bulunan Recep Tayyip Erdoğan’ın, muhalefeti siyaset yapamaz duruma getirmek için izlediği ve özellikle 2015 yılından itibaren dozunu arttırdığı siyaset yapma biçiminden dolayı sürekli gerginlik yaşayan bir ülkedir.
Özellikle 7 Haziran 2015 Milletvekili Seçimi’nde, meclis çoğunluğunu kaybetmesinden itibaren, MHP ile girdiği ittifakla birlikte, muhalefeti kriminalize eden, terörle ilişkilendiren, dış güçlerle iş birliği yapmakla yaftalayan bu siyaset biçimi, muhalefetin siyaset yapma zeminini ortadan kaldırıyor. Zira muhalefet, kendisini yoğun bir baskı altında hissediyor ve ülkenin yaşadığı sorunları gündeme getirme zeminini bulmakta zorlanıyor.
Elbette iktidar bloku, bu siyaset yapma biçimini sadece muhalefet partilerine yönelik yapmıyor. Sendikaların, meslek birliklerinin, demokratik kitle örgütlerinin her biri bu siyaset anlayışından payına düşeni alıyor.
Söz gelimi, başta Anayasa’nın 34. maddesinde herkese tanınmış olan, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı” olmak üzere, düşünce özgürlüğü, düşünceyi yazılı ve görsel olarak ifade etme özgürlükleri gibi birçok anayasal hak, baskıyla kullandırılmıyor.
“Peki, nedir bu siyaset yapma biçimi?” diye sorarsanız, “Siyasi rakiplerinin, muhalefet partilerinin sözcüleri ile muhalif birey ve kurum sözcülerinin söylemediklerini söylemiş göstermek için, konuşmalarından cımbızla kelime çekmek suretiyle kendisini yargı kurumunun yerine koymak ve birey veya kurumları kesin suçlu ilan etmek.” derim.
Nitekim iktidar 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen ardından ilk hedef olarak HDP’yi seçti ve partinin lider kadrosunu tasfiye etmek için yüksek perdeden yoğun bir propaganda faaliyetti başlattı. İlk hedefi partiyi yalnızlaştırmak olan bu propagandanın ana argümanı partiyi terörle ilişkilendirmekti.
Zira terörle ilişkilendirilmiş bir partiye sahip çıkmak ateşten gömlekti ve bu gömleği diğer partiler kolay kolay giyemezlerdi. Maalesef bu yoğun propaganda, başta ana muhalefet partisi olmak üzere, diğer muhalefet partilerini baskı altına aldı.
Buna partilerin, demokratik siyaset ile terörü birbirinden ayırmaktaki yetersizlikleri de eklenince, partiler bırakın HDP ile iş birliğini, yan yana görünmekten bile imtina ettiler.
Bu nedenle, Türkiye’nin bizzat iktidardan kaynaklı birçok sorunu tartışılamıyor. Dolayısıyla iktidarın uyguladığı politikaların sonucu olan; işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik, ekonomik altüst oluş, dış politika belirsizliği, savaş gibi sorunlar yeterince gündeme taşınamıyor.
Öte yandan bu siyaset yapma biçimi, iktidarın medya üzerindeki hâkimiyeti ile topluma kanıksatılmış ve kabullendirilmiş bulunuyor. Dolayısıyla, bırakın iktidar destekçilerini, muhalif birçok insan bile zaman zaman iktidarın izlediği bu siyaset biçimini değil, muhalefetin konuşmalarını sorgulamaktadır.
İlginç olan ise; izlediği bu siyaset biçimi ile muhalefeti kamplara bölmeye çalışan iktidarın, gerek gördüğünde rahmetli Süleyman Demirel’in, “Dün dündür bugün bugündür.” sözünü rehber edinmesi ve TBMM’de bir muhalefet olduğunu birden bire hatırlamasıdır.
Peki, bunu ne zaman yapıyor? Elbette kendi deyimiyle muhalefetten alacağı pasla ‘gol atmaya’ ihtiyaç duyduğunda.
Evet, biliyorsunuz iktidar bloğunun toplam milletvekili sayısı anayasa değişikliği için gerekli 400 sayısının, hatta değişikliği halkoyuna götürecek 360 sayısının altında. Dolayısıyla, dünya görüşüne uygun bazı düzenlemeleri anayasaya monte etme olanağından yoksun. Muhalefetin bazı hamleleri ise kendisini zorluyor.
Örneğin; 20 yıllık iktidarında, “Başörtü takabilmenizin garantisi benim, ben gidersem başörtünüzü indirecekler!” şeklindeki propaganda kozunu kaybetmemek için, muhalefetin zimmî desteği ile izin verdiği kamuda başörtü takılması uygulamasını kanuni güvenceye kavuşturmadı.
Bunu gören ana muhalefet partisi CHP, iktidarın kendisini hedefe koyan ve başörtüyü benim sayemde takıyorsunuz, ben gidersem gelenler başörtünüzü indirirler propagandasının önüne geçmek gerektiğini gördü ve geçen ay, sadece başörtü takılmasına değil, kamuda kılık kıyafete müdahale edilmemesini sağlayacak kanun teklifini verdi
Kuşkusuz bu beklenmedik hamle iktidarı zorladı, çünkü CHP’nin bu hamlesi o günlerde gündemin birinci sırasına oturmuş ve tartışmalara yol açmıştı. İktidar patisi sözcüleri, “Biz bu sorunu çözmüştük, böyle bir sorun yok.” diyerek karşı çıkmışlardı.
Ancak AKP sözcülerinin bu açıklamalarına rağmen, partinin genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, grup konuşmasında CHP’nin yasa teklifine karşı, “Yasa yetmez anayasal düzenleme yapalım.” diyerek el yükseltmişti.
Nitekim Cumhurbaşkanı AKP grup toplantısında yaptığı anayasa çıkışının ardından, mecliste gazetecilerin sorularını yanıtlarken, getirilecek teklifin kapsamı hakkında kendisine sorulan soruya, “Anayasa Komisyonu ve Adalet Komisyonu üyelerimi şu anda çalıştırıyorum. Bu teklifimizi Meclis’e getireceğiz” demişti.
Hatta bu açıklamasında, Kılıçdaroğlu’nu kastederek, “Biz Meclis’e getirdikten sonra o ne yapacak? Desteklemeyecek. Ne kadar samimi olduğu her zaman olduğu gibi meydana çıkacak.” diyerek niyetinin sorunu çözmek değil, muhalefeti köşeye sıkıştırmak olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştu.
Hâlbuki bu sorun anayasa değişikliği gerektirmeyen, basit bir kanun düzenlemesi ile çözülebilecek bir sorundur.
Hâl böyleyken Cumhurbaşkanının, işi anayasa değişikliğine havale etmesinin iki temel amacı var: Birincisi topu CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun ayağından almak ve çözümü kendisine mal etmek, ikincisi ise muhalefeti anayasa değişikliği zeminine çekerek parlamentoda değişiklik için gerekli sayısal çoğunluğu sağlamak ve sonrasında kırıntı özgürlükleri içine attığı torba kanun teklifi ile ajandasında bulunan anayasa değişikliklerini parlamentodan geçirmek.
Muhalefet sonradan yan çizebilir mi? Çizebilir. O zaman da muhalefeti özgürlükler karşıtı olarak ilan etmek hiç de zor olmayacak.
Nitekim AKP yıllardır hiçbir düzenlemeyi ortaklaştırmadığı muhalefeti, özellikle kadın erkek eşitliğinin kendisini destekleyen bazı yapılara verdiği rahatsızlığı gidermek üzere, adına aile birliği dediği, “Yuvayı dişi kuş yapar” söylemine uygun, kadını çalışma hayatı ile sosyal hayattan çekecek, onu sadece eş, anne ve ailenin bakıcısı yapacak olan düzenlemeyi anayasaya yerleştirmek için harekete geçti.
Bu çerçevede geçen hafta Adalet Bakanı ile AKP grup başkanvekilleri, hazırlıklarını sürdürdükleri anayasa değişiklik paketine destek vermeleri talebinde bulunmak üzere, TBMM’de grubu bulunan partilerin grup başkan vekillerini ayrı ayrı ziyaret ederek görüştüler. Aslında bu görüşme turu, yıllardır muhalefet partileri ile görüşmeyen iktidar partisinin destek vermeseler de propaganda malzemesi olarak kullansam havasında, dostlar alışverişte görsün mantığıyla yaptığı taktiksel bir görüşme turuydu.
Zira iktidar, hazırlık aşamasına katmadığı partilerin insanların yaşam tarzına kendi dünya görüşü doğrultusunda müdahale etmesine olanak sağlayacak düzenlemeye destek vermeyeceklerini gayet iyi biliyor.
Nasıl, iyi taktik değil mi? En son dezenformasyon adı altında düzenlediği sansür yasasında yaptığı gibi, temel hak ve özgürlükleri yok eden kanun düzenlemeleri yaparken, muhalefeti yok say, önerilerine kulak verme, işçinin, kamu çalışanının, emeklinin, esnafın, köylünün, öğrencinin, kadının yararlanacağı kanun teklifleri ile araştırma önergelerini TBMM çoğunluğuna güvenerek anında reddet, sonra kendi dünya görüşüne uygun anayasa değişiklikleri aklına geldiğinde muhalefeti hatırla.
Hele hele dün terörist ilan ettiğin, bir tek meclise silahla geldiler demediğin kalmış, bir yandan hakkında Anayasa Mahkemesi’nde devam eden kapatma davası, diğer yandan Kobane olayları davası ile kıskaca alıp, demokratik siyaset yapma olanağını ortadan kaldırmaya çalıştığın parti eş genel başkanları, milletvekilleri, belediye eş başkanları, belediye meclis üyeleri, partinin il ilçe yöneticileri, aktivistleri binlerce üyesini cezaevlerine doldurduğun HDP ile görüşerek destek vermesini iste.
Bu kadarı da pes doğrusu! Sakın görüşmesinler dediğimi düşünmeyin. Elbette görüşmeliler, iktidar ile muhalefet ülkenin sorunlarının çözümü için gerekirse kafa kafaya vermeli. Bu nezaket kuralları içinde yapılan karşılıklı saygıya dayanan, siyasetin doğasında olan, olağan bir durumdur.
Asıl yadırganması ve reddedilmesi gereken, siyaseti hasımlığa, kin ve düşmanlığa indirgeyen yukarıda belirttiğim siyaset yapma biçimidir. Yani, muhalefet, parlamentoda temsil edilen, legal bir parti olan HDP ile görüştüğünde terörist ilan edilmesinin siyaseti zehirlemiş olmasındadır sorun!
Burada muhalefete de bir çift söz söylemek isterim! Belki iyi niyetle yapıyorsunuz ancak bence özellikle temel hak ve özgürlükleri kullandırmayan, yasamanın ve yargının yürütme üzerindeki denetim yetkilerini rafa kaldıran, kısacası yürürlükte bulunan mevcut anayasaya uymayan, yasaları uygulamayan bir iktidarla anayasa değişikliği görüşmek onun bu anayasa tanımazlığını meşrulaştırmaktır.
Özellikle HDP’ nin, kendisinin siyaset yapmasının önüne yargı ve polis eliyle engeller koyan, devletten dışlayan, oy verenlerin işe alınmasının önüne güvenlik soruşturması engeli çıkaran bir iktidarın, kendi dünya görüşünü anayasaya monte etme yönündeki anayasa değişiklik teklifini desteklemeleri yönündeki talebini, “Parti organlarımızda değerlendirelim.” demek bile sorunlu bir tavırdır.
Hâlbuki anayasaya uymayan bir iktidarla, demokratik bir anayasa tartışması yürütülemeyeceğini en iyi sizin bilmeniz gerekiyor. Kısacası, partinizi ve temsil ettiği demokratik siyaseti hedef alan iktidar bloğunu, baştan reddetmeniz daha doğru olurdu kanısındayım!