ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

 

 

             60 milyondan fazla insanın öldüğü, bunun kat ve kat fazlasının ise yaralandığı, sakat kaldığı, kentlerin yakılıp yıkıldığı, insanlığın kazanımlarının yok edildiği, ikinci büyük emperyalist savaşının (İkinci Dünya Savaşı) ardından, bu tür acıların bir daha yaşanmaması hususunda görüş birliğine varan dünya devletleri, bu amaca ulaşmak için çalışmalarına hız verdiler.

              Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler (BM) teşkilatında kararlar alındı ve dünya ölçeğinde uygulanacak birçok sözleşme kabul edilerek yürürlüğe kondu. Kuşkusuz bu sözleşmelerin en önemlisi, 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, “İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ” adıyla kabul edilen sözleşmedir. 

               1948 yılında kabul edilen, insan haklarının anayasası niteliğindeki bildirgenin başlangıcında, “Her birey ve toplumun her organı bu Bildirgeyi daima göz önünde bulundurarak, bu hak ve özgürlüklere saygının yerleşmesini amaçlayan eğitim ve öğretim yoluyla ve hem üye devletlerin halklarında hem de egemenlikleri altındaki halklarda bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin olarak tanınmasını ve gözetilmesini amaçlayan ulusal ve uluslararası tedrici önlemler alarak çaba göstersinler.” denmektedir.

              Bildirgenin, birinci maddesi, “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” derken, ikinci maddesi, “Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal, köken, mülkiyet, doğum veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptirler.” demektedir.

               Gerek başlangıç bölümü gerekse bildirgenin geneline temel oluşturan ilk iki maddede görüldüğü gibi, Bildirge her insanın doğuştan sahip olduğu kişisel hak ve özgürlükleri tanımlamaktadır. Buna göre her insan yasa önünde eşittir. Hiç kimse, herhangi bir farklılıktan dolayı işkenceye ve kötü muameleye tabi tutulamaz.

            Ne yazık ki, kabul edilmesinin üzerinden 74 yıl geçmiş olsa da, bir daha savaş ve yıkım olmasın, insanlık ailesi ile diğer canlılar ölüm ve acılar yaşamasınlar, doğa tahrip olmasın, canlı yaşamı sürsün, kaynaklar yok olmasın diye Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen bu bildirgenin tam olarak uygulandığını söylemek mümkün değildir.

             Hâlbuki her insan için vazgeçilmez hak olan yaşam hakkının korunması, korumakla da kalınmayarak iyi bir yaşam sürmesinin sağlanması, bu hakka yönelik her türlü ihlal ve saldırının bertaraf edilmesi ve bu bildirgenin eksiksiz uygulanması ile mümkündür. Kaldı ki daha sonra her devlet, kendi anayasasında belirlediği yöntemlerle bildirgeyi kabul etmiş ve taraf olmuştur.

             Başta Ortadoğu coğrafyası olmak üzere, dünyanın birçok bölgesinde çatışma ve savaşlar sürüyor. Savaşlar sürdükleri topraklarda canlı yaşamı yok etmeye devam ediyorlar. Zira çağın silahları artık toplu imha özelliğine sahipler ve düştükleri yerde canlı yaşamı toptan yok ediyorlar. Böylece insanoğlu sadece kendi soyundan olan canlıyı değil, diğer canlıları da ortadan kaldırıyor. 

               Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1949 yılında onaylayarak taraf olduğu Bildirge, genelde bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasını ve geliştirilmesini esas alıyor.

                Ancak aynı zamanda, bireysel hakların ayrılmaz parçası olan ve her bireyin yalnız başına koruyup geliştiremeyeceği; ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hakların korunmasında ve geliştirilmesinde, genel anlamda toplumun tamamının veya hak ve menfaatleri ortak olan toplumsal katmanlar ile sınıflara mensup insanların ortak menfaatlerini korumak için bir araya gelme ve örgütlenme haklarını da teminat altına almıştır.

             Bildirgeyi imzalayan her devlet, bildirgeye uymakla ve kendisine düşenleri yaparak yurttaşlarının hem bireysel haklarını hem de bir araya gelmek suretiyle örgütlenebilme haklarını kullanmalarını sağlamakla yükümlüdür. Ancak kabulünün üzerinden 74 yıl geçmiş olsa da, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin dünyanın en gelişmiş demokrasilerinde bile ihlal edildiği bilinen bir gerçektir.

 

 

               Bu hakların korunması ve geliştirilmesi hususunda ne yazık ki Türkiye bir arpa boyu yol almış değil. Temel insan hak ve özgürlüklerin kullanımında Türkiye’de sıkıntılar hiç eksik olmuyor. Zira bu ülkenin yarım yamalak demokrasisi defalarca askeri darbe ve muhtıralarla kesintiye uğratıldı.

             Ancak, geçmişten bu güne sözde demokrasi ile yönetime gelenlerin de darbe yönetimlerinden farklı davrandıklarını ve Türkiye’nin imzalayıp taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile diğer birçok uluslararası sözleşmeye riayet ettiklerini söylemek de geçeklere gözümüzü kapatmak olur. 

               Yurttaşların bu haklarını kullanmalarını sağlayacak düzenlemeler hiçbir zaman yapılmadı. Gelinen noktada 20 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarında, demokrasinin ve insan haklarının tamamen ortadan kaldırıldığı bir süreç yaşanıyor.

               Bu nedenle, tek tek muhalif insanlar, aydınlar, gazeteciler, siyasi partiler, sendikalar, meslek odaları ve demokratik kitle örgütleri engelleniyor, günün herhangi bir saatinde evler basılıyor, insanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ve cezaevlerine gönderiliyorlar.

               Aylarca, hatta yıllarca iddianame olmadan ve herhangi bir ceza almadan cezaevinde tutuluyorlar. Bu da yetmiyor, devletin en tepesinden başlayarak aşağı doğru erki elinde bulunduranlar, suçluluğu kanıtlanmamış ve yargıda herhangi bir ceza almamış insanları suçlu ilan eden açıklamalar yaparak evrensel hukuk kuralı olan masumiyet karinesini yok sayıyorlar.

              Bakın, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 11 fıkra 1 bu konuda ne diyor: “Kendisine cezai bir suç yüklenen herkesin, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı, kamuya açık bir yargılanma sonucunda suçluluğu yasaya göre kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılma hakkı vardır.” Demek ki bir kişiyi tutuklayıp cezaevine koymak onun suçlu olduğu anlamına gelmiyor.

               Onun suçlu olduğunun yargı tarafından kabul edilmesi ve cezaya çarptırılması gerekiyor. Kaldı ki, kişinin yerel bir mahkemece suçlu kabul edilmesi ve cezaya çarptırılması da yetmiyor. Zira cezanın üst yargı kurumlarınca onaylanması gerekiyor. Bu ülkede masumiyet karinesi yok edildiği gibi adil yargılanma hakkı da çiğneniyor.

              Bildirgede yer alan bazı haklar ile bunların kullanımına çıkarılan engellere kısa kısa değinmekte yarar var. Bildirgenin; 18. maddesi, herkesin vicdan ve din özgürlüğünü, 19. maddesi, herkesin kanaat ve ifade özgürlüğünü, 20. maddesi, herkesin barış içinde toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü, 21. maddesi, herkesin doğrudan ya da seçilmiş temsilcileri aracılığıyla ülkesinin yönetimine katılma hakkını teminat altına almışlardır.

             Ancak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, tüm bu maddelerdeki temel haklardan hiçbirisini kullanamıyorlar.  Söz gelimi bu ülkede, toplantı, yürüyüş, gösteri, düşünce açıklama ve örgütlenme özgürlüğünü kullanmak yasak. Tek suçları iktidara muhalefet etmek olan seçilmişler tutuklanıyor, cezaevine atılıyor, dolayısıyla yurttaşların seçtikleri temsilciler aracılığıyla ülkenin veya yaşadıkları kentlerin yönetimine katılmaları engelleniyor.

                Yine bildirgenin en can alıcı maddelerinden olan 23. maddesi ise bu ülkede hiç işlemiyor. 23. maddenin birinci fıkrasına baktığımızda, bu ülkede herkes işe ulaşamıyor. Dolayısıyla işini seçme hakkına sahip değil ve işsizliğin had safhada olmasından dolayı işsizliğe karşı korunmaktan yoksun. Eşit işe eşit ücret ise bu ülkede hayal. Peki, 3. fıkrası ne diyor? Özet olarak, çalışan herkesin kendisi ve ailesinin geçimi için gerekli ücrete hakkı vardır, diyor.

                Tabii bildirgedeki bu düzenlemeyle, temel bir insan hakkı olarak teminat altına alınmış bu hak da Türkiye’de yok. Takip ediyorsunuzdur, bu günlerde ülkede bir asgari ücret tartışmasıdır gidiyor. İşin ilginci, adı asgari olan ve sembolik olması gereken bu ücretin aslında ortalama ücret olmasıdır.

               Çünkü Anayasa’nın 55. maddesi ile Asgari Ücret Tespit Yönetmeliğinin başlangıcında, “Asgari ücret, işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir.” denmektedir. Görüldüğü gibi, Türkiye’de asgari ücret tespitinde işçinin ailesi yok sayılmakta ve ücret yalnızca çalışanın kendi ihtiyaçlarını karşılayacak ücret olarak düşünülmektedir. 

               Maddenin 4. fıkrası ile sendika kurmak ve sendikaya üye olmak hakkı herkese tanınmış ise de, Türkiye’de bu hak da kullandırılmıyor. Çünkü gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 51. maddesi, gerekse Sendikalar Kanunu, bu sözleşme ve diğer uluslararası sözleşmeler ile Anayasanın 90. maddesine aykırı bir şekilde, sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını çalışan ve çalıştıranlara tanımışlardır.

               Bu nedenle, emeklilerin, çiftçilerin, öğrenci gençlerin, ev çalışanlarının örgütlenmelerine sürekli engel çıkarılıyor. Dolayısıyla 1995 yılında DİSK’in öncülüğünde başlayan Emeklilerin sendikalaşma faaliyeti engellenmeye devam ediyor.

               Evet, yukarıda da belirttiğim gibi gerek dünya genelinde gerekse tek tek ülkelerde insan haklarının uygulanması oldukça sorunlu. Özellikle son yıllarda, güçlü ekonomilere sahip devletler, güçlü silah sanayilerinin müşterilerini kaybetmemek için insan hakları ihlallerini görmezden gelmektedirler.

               Bu nedenle, içinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok devlet insan haklarını alabildiğine ihlal etse de çağdaş demokrasiyi savundukları iddiasında olan devletler, ticari kaygılarla bu ülkelerle ticari ilişkilerini geliştirerek sürdürmektedirler. Bir başka deyişle, insan hak ve özgürlükleri ticari menfaatlere feda ediliyor.

                  Tüm bunların yaşandığı, insan haklarının ticarete kurban edildiği dünyada insan hak ve özgürlüklerinden bahsetmenin neredeyse olanaksız hale getirildiği bugünlerde yapılması gereken, başta yaşadığımız ülke Türkiye’de yaşayanlar olmak üzere, kendisine insanım diyen herkesin, partilerin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin bu haklara sahip çıkmaları ve tek tek ülkelerden başlayarak dünya çapında bu hakların uygulanması için mücadele etmeleridir.

 

Yaşasın İnsan Hakları!

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.