İnsan ancak akıl, dil ve düşünce yeteneği ile hayvanlardan ayrılır ve insanlaşır. Bu nedenle, aklın ve dilin görece özgür dolduğu rejimlere demokrasi, aklın ve düşüncenin büyük oranda kısıtlandığı ya da tutsaklaştırıldığı rejimlere de diktatörlük denir.
Demokrasiler, halkın istekleri doğrultusunda, yetkisini halktan alan temsilciler eliyle; teokrasiler dışında kalan diktatörlükler ise, bireysel keyfi buyruklarla yönetilir. Teokrasilerde ise, toerik olarak, kral, sultan, padişah, emir ya da halifelerin dogmatik, dinsel kısıtlamalara uyduğu varsayılır.
Ancak uygulamalar bu teoriye fazla uymaz. İstisnalar hariç, teokrasi ile yönetilen ülkelerin yöneticileri de diktatör olabilirler.
Bir toplumdaki özgürlükler, yani düşünmeyi dışa vurma alanları ne kadar genişse o toplumun demokrasisi- özgürlük yelpazesi- o kadar geniştir. Demokrasiler, başkalarının özgürlerine saygılı kalarak, insanların aklını, dilini ve düşüncesini özgürce kullanabildiği, fikirlerini de korkmadan açıklayabildiği, doğruları söyleyebildiği özgürlükçü rejimlerdir.
Diktatörler, her koşulda, akılcı ve özgür düşünceleri kendi iktidarları için tehlike olarak görür ve her türlü devlet gücünü ve toplumsal kutsalları ( ekonomi, para, makam, kolluk kuvvetleri, yargı, medya, din, mezhep, ırk, dil, vatan ve bayrak sevgisi ...) kötüye kullanarak özgürlükleri bastırmaya çalışırlar.
Ancak özgürlüklerin kısıtlandığı oranda hoşnutsuzluklar ve direnmeler de çoğalır. Muhalefet yeraltına inebilir.
Tarihsel gelişme sürecine göre, özellikle de son dört asırlık zaman dilimi içinde, devlet adına iktidar gücünü kullananların, yani siyasi iktidar olanların, özgürlük alanları giderek daha daralmış, buna karşın, bireylerin ve halkın özgürlük alanları ise giderek daha genişlemiştir. Tarihsel gelişme trendi, akıl, bilim, hak, hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasiden yana olmuştur.
Bu tarihsel gelişmeye ve eğilime uymayan durumun istisnaları ise, çoğu İslam ülkeleridir. İslam ülkelerindeki demokrasi zihniyetinin gelişimi Batı toplumları ile karşılaştırırılmayacak kadar yavaş ve geridir. Hatta bu ülkelerde çok sık olarak, demokrasilerden geriye dönüşler de mevcuttur. İran, Afganistan, Pakistan... gibi.
Demokratik, hukuki, siyasi, sosyal ve kültürel gelişmeler bakımından, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olsa bile, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk toplumundaki gelişmeler diğer İslam devletlerine uymaz. Türk toplumunun genel rotası çağdaş dünya ve çağdaş toplumlara yöneliktir.
M.K. Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik ve sosyal bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve gelişmesi, kimi zaman bazı sapmalar geçirse bile, akıl, bilim, özgürleşme ve demokratikleşmenin dünyadaki tarihsel gelişme eğilimine uygundur.
Atatürk dönemini demokrasi olarak adlandırmayanlar olabilir. Ancak böyle düşünmek kanımca eksik ve yanlıştır. Demokrasi pat diye gökten inmez. Demokrasilerin yerleşik olabilmesi için toplumda, mutlaka bir zihinsel, davranışsal, düşünsel, kültürel, hukuki ve siyasi altyapı değişimi gerekir.
Atatürk'ün getirdiği devrimler, ilkeler ve yarattığı çok önemli zihniyet dönüşümleri, Türkiye için, çağdaş demokrasinin kültürel, sanatsal ve kurumsal altyapısının temel taşlarını oluşturduğunu unutmamak gerekir.
Kanımca, Atatürk dönemi; başta parlamenter sistemin gelişimi olmak üzere, her türlü, siyasi, hukuki, yönetsel ve başta akıl, bilim temelli çağdaş eğitim sistemi olmak üzere, yeni bir zihniyet yapısı ve çağdaş kurumları ile DEMOKRASİYE HAZIRLIK dönemidir.
Dünyada, kısa dönemli, Hitler, Musolini ve benzeri faşist diktatörlükler ve benzerleri, ibret verici, kötü, tersine gelişmeler (konjoktürler) dikkate alınmazsa tarihsel genel eğilim ( trend) demokrasi ve özgürlüklerden yanadır.Her canlı, ışığa, aydınlığa yönelerek büyür, gelişir.
İnsan soyu da, özgür aklın ve pozitif bilim ve teknolojinin ışığı ile büyüyüp gelişmeye devam etmektedir ve gelecekte de devam edecektir.
Çağdaşlaşma ve demokratikleşmenin en önemli itici ve sürükleyici gücü ise, aklın özgürleşmesi, pozitif bilim ve teknolojinin başat duruma geçmesi, laik ve özgürlükçü demokrasilerdir. Sanayileşme, sekilerleşme ve kentleşleş ve doğru bireyselleşmedir. Çünkü özgür akıl, pozitif bilim, ekonomik gelişme, sanayileşme, kentleşme ve özgür birey olmadan sekilerleşme, laikleşme ve demokrasi ihtiyacı doğup gelişmez.
Kıssadan hisse:
Dünyadaki tüm koşullar ve beklentiler akıl, bilim, hukuk devleti, demokrasi ve adalet isteyenler; daha mutlu, sağlıklı ve daha yüksek refah sağlayan ve adilce paylaşan bir ekonomik düzen arzulayanlardan yanadır. Bunun kanıtı da devletler üstü bir hukuk güvencesi oluşturan Evrensel İnsan Hakları Bildirgesidir. Yine uluslar üstu din ve vicdan özgürlüğü güvencesidir.
Aklın, bilimin ve çağın gereklerine uymak koşuluyla, kötümser olmaya lüzum yoktur. Aklın ve bilimin gereklerine uymak insan olmanın gereklerine uymaktır. Aklı olmayanın dini de olmaz.
Barajları oluşturan setler ne kadar yüksek olursa olsun, barajlar yine dolar, ırmaklar bu setleri mutlaka aşarlar. Sular, yerçekimine aykırı olarak, tersine akamaz. İnsanlık ve gerçek demokrasi idealleri de kendi kutup yıldızının rotasından ayrılamaz.
Enseyi karartmayalım