Hafta sonu bir yılı daha geride bıraktık. Maalesef 2022 de kendisinden önce gelen yılı arattı. Dünya genelinde savaşlar ve şiddet ile iklim değişikliğinin yol açtığı afetler can almaya devam etti. Öte yandan, dünyanın değişik bölgelerinde, tükenmekte olan enerji kaynaklarına el koymak isteyen emperyalist bloklar arası çekişme sıcak çatışmaya dönüştü.
Bunun en bariz örneği, Türkiye’nin hemen kuzeyinde yüzyıllardır yan yana, hatta aynı devlet içinde birlikte yaşamış Rusya ve Ukrayna halklarının emperyalist Batı’nın kışkırtması ve bu ülkeleri yönetenlerin bu kışkırtmanın yol açacağı sonuçlar konusundaki öngörüsüzlükleri nedeniyle bu kaynak savaşının kurbanı olması.
Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşı hız kesmeden devam ediyor. Kuşkusuz bu savaş, emperyalist Batı’nın savaş örgütü NATO’nun, ABD’nin enerji kaynaklarını kontrol etme planı çerçevesinde Rusya’ya doğru genişlemesinin yol açtığı kaynak savaşıdır. Elbette tüm bunların bertaraf edilmesi, insanların âmâsız, fakatsız savaşlara karşı çıkması ile mümkündür.
Maalesef insanlık, ikinci emperyalist paylaşım (ikinci dünya) savaşının hemen ardından dünyada gelişen ve 1990’lı yıllara kadar devam eden antiemperyalist, savaş karşıtı, barıştan yana hareketten artık mahrum. Zira bu süreçte yükselen barış sesleri sistem tarafından şiddet ve baskıyla susturuldu.
Dahası, savaş ve şiddeti kışkırtanlar, güvenlik ve savunma bahanesi ile insanların gıda, giyim, eğitim, barınma, ısınma ve diğer temel ihtiyaçlarını karşılayabilme olanaklarına sahip olarak yaşamaları için kullanılacak kaynakları silahlanmaya harcıyorlar.
COVİD-19 (Corona) Virüsü 3 yıldır dünyayı meşgul ediyor. Virüsün ortaya çıkışı ve virüse karşı mücadelede devletlerin yetersizlikleri konularında cevaplandırılmamış bir dünya soru cevaplanmayı bekliyor.
Yaşanmakta olan virüs salgını, dünya genelinde bir dayanışma ağı geliştirilmesi gerektiğini göstermişken, sözde gelişmiş ülkeler, buna ilişkin tedbirler geliştirip, önümüzdeki yıllarda ortaya çıkması muhtemel başka salgınlara karşı hazırlıklı olunmasını sağlamak yerine dünyayı bir kez daha silah yarışına soktular.
Böylece bilim ve sağlığa yatırılması gereken milyarlarca dolar, savaş ve silahlanma ile heba edilmektedir. Ne yazık ki, kışkırtma ve karşılıklı restleşmelerle başlayan Ukrayna-Rusya savaşı, silah tekellerini ihya etmeye devam ediyor.
İki ülke arasındaki anlaşmazlıkları kaşıyarak Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açmasını, İsveç ve Finlandiya gibi devletleri savaş örgütü NATO’ya üye yapma fırsatına dönüştüren ABD, Avrupa kıtasındaki hegemonyasını pekiştiriyor.
Asıl ilginç olan ise Avrupa ülkelerinin topraklarını bloklar arası çatışmaya açmış olmalarıdır. Kapitalist sistemin birbirinden farkı olmayan blokları arasındaki bu hegemonya savaşı, insanlık yararına kullanılacak milyarlarca dolarlık kaynağın silah ve savaşa harcanmasına yol açıyor.
Öte yandan bu savaş, özellikle gıda ve enerji ürünlerinin tedarik zincirlerinin işlemesini sekteye uğratmış bulunuyor. Bu nedenle başta Avrupa kıtası olmak üzere, dünya bir gıda ve enerji kriziyle karşı karşıya. Elbette gerekçesi ne olursa olsun bir savaşı haklı göstermek insanlığa yapılacak en büyük kötülüktür.
Zira savaş, şiddettir, ölümdür, kandır. Savaş insanların yerlerini, yurtlarını terk etmeleri ve mülteci olarak bilmedikleri ülkelerde yaşamak zorunda kalmalarıdır. Savaş daha çok işsizlik, sefalet ve açlıktır. Savaş gencecik insanların, başkalarını öldürmezse kendisinin öleceği ikilemiyle cepheye sürülmesidir.
Bu nedenle kendisine insanım diyen hiçbir insan savaşı sessizce seyredemez. Çünkü savaş, hangi milletten olursa olsun 20 yaşında, 30 yaşında gencecik halk çocuklarının, üzerlerine geçirilmiş üniforma ile devletleri yönetenlerce sürüldükleri ölüm tarlasıdır.
Savaş, yöneldiği yaşam alanlarını yakan yıkan, kadın, çocuk, yaşlı demeden buralarda yaşayan insanların ölümüne veya günlük yaşamlarını sürdürdükleri alanlardan kopmalarına yol açan, bunun da ötesinde sadece insanların değil, diğer canlıların yaşam alanlarını tahrip eden, hayatlarını sürdürdükleri doğal ortamı yok eden, kısacası doğrudan veya dolaylı olarak onları yaşama olanaklarından mahrum bırakan, insan eliyle yaşamın kendisine yönelmiş topyekûn yok etme hareketidir.
Elbette, üzerinde çok şey yazılıp çizilecek olan bu savaş durup dururken çıkmadı. Zira savaşa giden sürece baktığımızda 20. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle ikinci büyük paylaşım (ikinci dünya) savaşından sonra, dünya genelinde ortaya çıkan barış hareketinin, silah tekellerinin temsilciliğini yapan devlet yöneticilerince baskı altına alınmasının ve toplumsal tabandan yoksun bırakılmasının bu ve benzeri savaşlarda payı büyüktür.
Maalesef dünya genelinde bu politikayı uygulamaya koymak üzere ülke yönetimleri yeniden dizayn edildi. Demokrasi birçok ülkede rafa kaldırıldı. Özellikle batının sözde gelişmiş ülkeleri, insan hak ve özgürlükleri ile demokrasiyi savunuyormuş gibi gözükseler de dünyanın gelişmekte olan ülkelerinde popülist, hatta despot liderlerin öne çıktığı yönetim biçimini teşvik ediyorlar.
Bu ülkelerin başına getirdikleri uydu yönetimlerin, anti-demokratik uygulamaları ile insan hakları ihlallerini görmezden geliyorlar. İş birliği yaptıkları bu yönetimlerin, etnik, dini ve mezhepsel farlılıkları ayrıştırma aracı olarak kullanmalarına seyirci kalıyorlar.
Yukarıda da belirttiğim gibi, bu savaşla ilgili çok şey söylenecek, yazılıp çizilecek. Bence bu savaşta üzerinde durulması gereken en önemli şey, bu savaşın kimin savaşı olduğudur. Zira sıcak çatışmanın tarafları Rusya ile Ukrayna olsa da bilinen bir gerçek var ki, o da bu savaşın asıl tarafının en azından devlet olarak Ukrayna olmadığıdır. Zira verilen tepkiler ile yaptırım kararlarının alındığı merkezlere bakıldığında, bu savaşın iki devletten çok daha fazla tarafı olduğunu gösteriyor.
İlginçtir Ukrayna devlet Başkanı Volodomir Zelenskiy, savaşın başlamasından kısa bir süre sonra yaptığı bir açıklamada “Bu bizim savaşımız değil, bu dünyanın özgürlük ve barış savaşıdır.” dedi.
Yıllardır dünyanın dört bir yanında savaşlar çıkaran, ülkeleri işgal eden, kendisine biat etmeyen devlet yönetimlerini darbelerle indirip yerine kendine bağlı yönetimler getiren, bu yönetimlerin baskı, şiddet ve işkencenin her türlüsüyle toplumlarını susturmalarına destek veren ABD ile onun başını çektiği savaş örgütü NATO’ya dayandırdığı savaş için, “Biz özgürlük ve barış için savaşıyoruz” demesi inandırıcılıktan uzaktır.
Zira bitmesinin üzerinden yaklaşık 78 yıl geçmiş olan ikinci emperyalist paylaşım (ikinci dünya) savaşından bugüne kadar geçen sürece kısaca bakıldığında, dünya genelinde yaşanan irili ufaklı her savaşın, ülke işgalinin, seçilmiş veya seçilmemiş ülke yönetimlerine yönelik darbe ve bunun sonucu olan faşist dikta yönetimlerinin desteklenmesinde ABD’nin veya başını çektiği savaş örgütü NATO’nun imzasının olduğunu bilmeyen yoktur.
Sanıyorum süreci, savaşın yol açtığı tahribat nedeniyle sonradan ölenler dahil yaklaşık 80 milyon insanın hayatına mal olan, dünya tarihinin en kıyıcı ve yıkıcı savaşı ikinci emperyalist paylaşım savaşının sonlarından başlayarak okumakta yarar var.
Savaşın sona ermesiyle birlikte, insanlık bir yandan bu kıyıcı savaşın yaralarını sarmaya çalışıp, yol açtığı tahribatı gidermeye çalışırken, diğer yandan böylesi bir savaşın bir daha yaşanmaması için Birleşmiş Milletler Teşkilatının etkinliğini arttırmaya ve onun aracılığıyla uyulacak kurallar belirleyip, antlaşmalar ile temel haklara dair sözleşmeleri hayata geçirmeye başladı.,
Tüm bunların yaşandığı süreçte, 1949 yılında ABD ve İngiltere’nin başını çektiği, ülkeler, SSCB’nin Doğu Avrupa hâkimiyetini tehdit olarak gösterdiler ve Kuzey Avrupa ülkelerinin güvenliğini sağlama gerekçesiyle Kuzey Atlantik Paktı (NATO) adı altında bir askeri pakt kurdular.
Kuzey Avrupa’nın güvenliği gerekçesiyle kurulduğu açıklanan bu paktın ilk hedefi, Kuzey ve Batı Avrupa ülkelerinde yükselmekte olan sosyalist hareketi bastırmak oldu.
Öte yandan, sonraki yıllarda Asya, Güney Amerika ve Kuzey Afrika ülkelerine yönelik müdahaleler, paktın söylendiği gibi Kuzey Avrupa’nın güvenliğini sağlamak için kurulmadığını, asıl amacın dünya genelinde ABD öncülüğündeki emperyalist Batı’nın hegemonyasını tesis etmek olduğunu kanıtladı.
Nitekim 1950 yılında NATO, Kore yarımadasında Kuzey ve Güney Kore arasında yaşanan gerginlikte Güney Kore’nin yanında savaşa müdahil oldu. Bu müdahale ile başlayan ve günümüze kadar devam eden süreçte, gerek ABD gerekse onun güdümündeki NATO dünya genelinde birçok işgal ve müdahaleye imza attılar.
Evet, hiçbir savaş ve işgalin haklı gerekçesi olamaz. Bu nedenle Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı olmak insan olmanın gereğidir. Ancak geçmişte savaş ve işgallere imza atmış olanların argümanları ile savaşa karşı çıkılması, bir başka zaman bir başka yerde ortaya çıkacak olan işgalleri meşru görmek gibi bir tuzağa düşmek olur.
Unutulmamalı ki, atılan her bomba sonuçta insanları hatta diğer canlıları öldürecektir. Dolayısıyla savaş karşıtlığının kıstası, bombanın kim tarafından atıldığı değil, onun canlıların en temel hakkı olan yaşama hakkına kastettiğinin bilince çıkarılmasıdır.
Kuşkusuz savaşa gerçek anlamda karşı olmanın bile cesaret işi olduğu günümüz dünyasının kurtuluşu, varlık nedeni savaş olanların samimiyetsiz timsah gözyaşlarında değil, barış ve özgürlük güçlerinin sokaklara taşmasıyla mümkün olacaktır. 2023 yılının bu uğurda verilen mücadelelerin yükseldiği ve barışın dünyaya hakim olduğu bir yıl olmasını diliyorum!