Kişisel alışkanlıkların toplumsal yapıyı nasıl oluşturduğunu ve etkilediğinin ve bu etkilerin ne gibi sonuçlara iteklediğinin bilinmesinden fayda var diye düşünmek gerekiyor.
Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözünden yola çıkarsak; " Çalışmadan ve yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getiren milletler, evvel haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da kişiliklerini kaybetmeye mahkumdűrlar" der.
Çünkü alışkanlıklar da, bir nevi uyuşturucudurlar ve alışkanlıklara alışanların, düşünme alışkanlıkları neredeyse yok sayar. Alışkanlıklar, kişilerin bilinçsizliğinden ve ruh davranışlarından ileri gelen yanlış davranış alışkanlıklarından doğan mutlak sebeplerini anlamadıkça, o kişinin alışkanlık davranışlarını terse görüp de, hep yargılayıp ve eleştirilere konu yapılır.
Doğuştan alışkanlık diye bir şey yoktur, onları sonradan oluşturan düzenlerin yapısı ve bu yapıyla hasır nesir olanlardır. Çoğu kez de, alışkanlıkların devamı; bir nevi hastalık haline dönüşür. Mesela, hırsızlık yapmaya ve yalan söylemeye alışanlar, hırsızlık ve yalan söylemeden rahat etmedikleri gibi..
İyi, kötü, önemli ya da önemsiz olarak nitelendirilen alışkanlıklar, alışagelen psikolojik bir yapıya bağlı olan beyin gücüdür. Mesela; sigara, alkol, yalan, hırsızlık, tırnak kemirme, kitap okumak gibi alışkanlıkların beyinlerinden silinmesini ne denli zor olduğu anlaşılır durumdadır.
Her gelen zamlara tepki yerine uyum gösteriliğinde, sonradan da alışkanlık haline dönüşülür ki, etkisine karşı koymamayı alışkanlık hali hâsıl olunmuş olur. Bu alışkanlıkları gözetleyen, kollayan birer bekçileri oldukların veya esir düştükleri in farkından dahi değiller. Dolayısıyla alışkanlıklardan kurtulmanın tek çaresi; "Bu ve bunu yapan ben miyim?" diye kendi ruh alışkanlıklarını sorguya çekmeli ve kendisini düzene koymalıdır.
Kişinin yaşamından var olan bu gibi alışkanlıklar, toplumun yapı biçimini etkilemesinden ziyade; siyasi alanlarda daha da önem kazanmış oluyor.
Mesela, alışakan birileri, ona bakıp gördüğünde; onun ses tonu, ağızdan çıkan sözler, giyim tarzı, el, kol hareketleri, yüzündeki bakışlar, hal ve karmaşık tavırlar karşısında, o kişiyle ilgili beyinlerde otomatik bir algılama alışkanlığı oluşur ki, her algılamada sevinme ve coşma alışkanlığın zevkini yaşar.
Her kişi, kendi örf, adet, gelenek, yaşam biçimine ve kişisel alışkanlıkların olması; elbette ki, doğal bir durumdur. Alışkanlıkların en kötü yönü ise; Alışkanın ile alışmayanın arasındaki farkının ne olduğunu bilmeden kişi hakkından karar vermek zordur..
Başarılı ve dostluğa layık olmasa dahi, alkışlama alışkanlığı olan kişiler, doğru ve yanlışa bakmadan ağızdan her ne söz çıkarsa, alkış tutma alışkanlıklarından vaz geçemezler.
Alışkanlığına kapılıp da; Yanlışı alkışlıyorsan, FİKRİN yoktur.
Eğri ile doğruyu ayırmıyorsan, AKLIN yoktur.
Yalanlara kanıyorsan, AHLAKIN yoktur.
**********
Kendimizi kandırmayalım
"Alevilik, İslami’n özü ve Kur-an'ın temel ilke ve emirlerine bağlıdır" diyorlar.
İslami’n özüyse; İslam ın neresindedir?
Kuran’ın hangi ayeti Alevilik felsefesiyle bağdaşıyor?
Muhammed ve Ali, cem yaptı mı, semah döndü mü, pir postundan turdu mu, mesajını var mı, dört kapı kırk makamdan geçerek insanı kâmil (ehil kâmil) mertebesine vardılar mı...? Kendimizi kandırmayalım.