Satin alma ya da kiralama…
TBMM’de görüşülen ve Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan, “2025 Bütçe görüşmeleri” sırasında atanmış bakanlar, hep bir ağızdan öğretilen tekerlemeyi tekrarladılar…
AKP İktidarı döneminde, “ekonominin çok iyi gittiği, enflasyonun düşüşte olduğu, yaşam koşullarının hedeflenenden daha iyiye ulaştığı ve yurttaşların çok mutlu olduğunu” söylediler…
Oysa; Birleşmiş Milletler’in hazırladığı, “2024 Dünya Mutluluk Raporunda” Türkiye, 98’inci sırada yer aldı…
Finlandiya, dünyanın en mutlu ülkesi olarak kayda geçti… Ayrıca; Türkiye Ekim 2024 itibarıyla, %48,58 olan yıllık enflasyon oranıyla, Dünyada “enflasyonu” en yüksek olan 6. ülke sıralamasına yerleşti…
Enflasyon oranı en yüksek ülke ise, %193 ile Arjantin oldu!
***
İşsizlik, enflasyon, faiz oranı ve milli gelir gibi ekonomik göstergelerin esas alınarak hesaplandığı, “Dünya Sefalet Endeksi’ndeyse” Türkiye, 156 ülke içinde 21. sırada yer aldı…
Üzücü olansa, Sefalet sıralamasında Türkiye’nin, Avrupa ülkeleri arasında en sefil ülke konumunda olması!
Endeksteki sıralamanın yükselmesi, ülkede yoksulluğun artarak “kalıcı yoksulluğa” dönüştüğünü ve ekonomin kötüye gittiğini gösteriyor…
Dünya Sefalet Endeksi’nin zirvesinde enflasyonun rekor seviyelere ulaştığı Güney Amerika ülkesi Venezuela bulunuyor. Ve AKP iktidarı, bizim ülkemizde kaynak bulmak için her şeyimizi satarken, Venezuela’yı kalkındırmak için 3 milyar dolarlık ticaret hacmi öngörüyor…
***
Türkiye'de “kalıcı yoksulluğun” mutlak hale gelmesinin nedeni, kişilerin ya da hanehalkının yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli olan asgari gıda ve kaloriyi alamamış olmalarından kaynaklanmaktadır! Yani “mutlak yoksulluk” kavramı, sosyal ya da kültürel ihtiyaçları değil, beslenme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçları kapsar…
Türk-İş verilerine göre 2024’ün ekim ayında açlık sınırı 20 bin 431 TL'ye, yoksulluk sınırı da 66 bin 553 TL'ye yükseldi.
Böylece açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki makas 3 bin 429 liraya çıktı…
Bu durumda; “Nüfusumuzun yüzde 37,6'sı olan yaklaşık 33 milyon yurttaşımızın yoksulluk sınırının dahi altında yaşadığı görülmektedir...
Kısaca, nüfusun yüzde 98'i yani 83 milyon 750 bin kişi, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır…
***
Ekonomi kötü ama AKP iktidarı, kaynaklarımızı bol keseden başkalarına peşkeş çekmekte oldukça cömert davranıyor…
Anadolu’da saray üzerine saray yaptırırken, Afrika ve Arap Yarımadası’nda bazı ülkelere hibeler ve karşılıksız yatırımlarda bulunabiliyor…
Mesela, Mogadişu Limanı’nın düzenlenmesi için 30 milyon dolar verirken, asgari ücrete zam yapmayı, emeklilerin maaşlarını yükseltmeyi düşünmüyor… Mesela, Türkiye’de tarım gerilerken, çiftçimiz yoksulluk içinde üretmekten vazgeçerken, Sudan’la anlaşma yaparak bu ülkeden 780 bin 500 hektarlık tarım arazisi kiralayıp Sudanlı çiftçilere para aktarabiliyor… Dahası; Beştepe’nin günlük harcamalarını kısmak yerine milleti açlığa mahkûm etmeyi yeğleyebiliyor… Bugünün AKP iktidarındaki Türkiye’ye, 1789 Fransız İhtilali’nden önce büyük düşünür Jean-Jacques Rousseau’nun dünya yoksullarına duyurduğu meşhur “Toplumsal Sözleşmeyi” hatırlatmak gerekir.
Rousseau; “Doğuştan hiç kimsenin köle olmadığını ancak zenginlerin, yoksulları köleleştirildikleri inancındadır… Bu nedenle, insanlar arasında kaba kuvvete dayalı hiçbir hak ve yetkiyi meşru görmez…
Hedefi, herkesin eşit ve özgür yaşadığı bir toplum düzeninin oluşturulmasıdır…
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında, Rousseau’nun “özgürlük ve eşitlik” kavramlarından ilham alınarak yapılan devrimler, laik demokrasimizin temelidir!
***
“Akıl ve Halkla” beraber kurulan yeni devlet, “toplum sözleşmesine” uygun yönetilirken ve kendine özgü çağdaş nitelikler taşırken, AKP iktidarıyla çağın dışına çıkarılan, adeta cahiliye dönemine döndürülen, bilinçle yapılan, bir yol kazası yaşamaktadır…
Tüm kaynaklar, emperyalist yandaşlara peşkeş çekilmektedir… Ülke, önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklamasına uygun, meçhul bir yolculuğa çıkarılmış durumdadır… (14 Mart 2006. Radikal gazetesi. / Başlık; Gül, BOP içinde ABD ile hareket ediyoruz.) Bugüne gelelim; 18 Kasım'da İsrail istihbarat şefi MİT ile görüştü, arkasından 25 Kasım'da NATO genel sekreteri Erdoğan ile görüştü, sonrasında, 26 Kasım’da muhalifler Suriye devletine karşı saldırı başlattılar…
Bu takvimi nasıl yorumlamalıyız? Tesadüf mü, yoksa bilerek mi? Acaba iktidar, BOP uyarınca Büyük İsrail