ALTIN
 3.042,49
DOLAR
 35,5025
STERLİN
43,1833
EURO
 36,2485

BARIŞA ULAŞMAKTA AZAMİ DİKKATİN ÖNEMİ!

Yaşadığımız ülke Türkiye, çok önemli ve kırılgan bir sürece girdi. Zira 26 yıldır İmralı cezaevinde tutulan Abdullah Öcalan, 40 yılı aşkın süredir devam eden çatışma ortamının sonlandırılması amacıyla hazırladığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı mektubu ile lideri olduğu PKK’ye, silah bırakması ve kongresini toplayarak kendisini feshetmesi çağrısı yaptı. Kuşku yok ki bu adım, Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunun barışçıl çözümünün önünü açacak önemli bir adımdır.
 
Bazı sorunlar, topluma yaşattıklarından dolayı çok kolay dokunulacak ve çözümleri yekten ortaya konacak sorunlar değiller. Osmanlı’nın son döneminden bugüne kadar hep görmezden gelinmiş ve halının altına süpürülerek yokmuş gibi davranılmış Kürt sorunu bu sorunlardan biridir. Bu özelliğinden dolayı, Kürt sorununun çözümünün önünü açacak bir çağrının tüm sorunların çözümünü öneren, beklentileri karşılayan bir çağrı olması beklenmemelidir. Durum bu olduğu halde, çağrı metni paylaşılır paylaşılmaz iki taratanda tepkiler yükseldi. Halbuki, bazı sorunların çözümü için nelerin yapılacağı ve hangi adımların atılacağı, üzerinde uzun uzadıya çalışılmasını gerektirir. Özellikle toplumun hassas olduğu sorun veya sorunların çözümü için hangi adımların hangi aşamalarda atılacağı, tarafların üzerinde uzlaştıkları bir plan dahilinde yürütülmelidir. Zira ancak böyle yapıldığında, çözüm aktörlerinin niyetlerini aşan çok daha büyük sorunların ortaya çıkmasının önüne geçilebilir. Nitekim kısa ve ilk etapta silahın devre dışı bırakılması yönünde adımlar atılmasını öneren mektubun böyle bir niyetle yazıldığı unutulmamalıdır. Çünkü bu sorun, en küçük bir hatanın tepkilere yol açacağı hassas bir sorundur. Bu nedenle çözümü, sağlam temeller üzerine oturtulup pratik uygulaması sürece yayılacak şekilde planlanmalı ki, başka sorunlar yaşanmasına yol açmasın. Bir başka deyişle, çözüm iradesini ortaya koyanların, hangi pratik adımın hangi aşamada atılacağı konusunda irade sahibi olmaları, sürecin tıkanmasına yol açacak riskleri minimize edecektir. Kaldı ki Türkiye daha önce, karşılıklı güven tesis edilmeden başlatılmış olan “Çözüm Süreçlerini” sonuçlandıramamış bir ülkedir.
 
Evet, tarih 1 Ekim 2024. Yaz tatilini tamamlamış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), yeni yasama yılı çalışmalarına başlamak üzere ilk toplantısını yapıyor. Toplantıya katılan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, daha önce sık sık “Kapatılsın” dediği Halkların Demokratik Partisinin (HDP) devamı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) sıralarına yönelerek, partinin Eşgenel Başkanı Tuncer Bakırhan ile bazı milletvekillerinin ellerini sıkıyor ve hâl hatır soruyor. Kuşkusuz Bahçeli’deki bu değişim kendi yakın çevresini bile şaşırtıyor. Ancak sonraki gelişmeler bu ani değişimin, en azından Bahçeli açısından bundan sonrası için planlanmış olduğunu gösteriyor.  
 
Nitekim Bahçeli 22 Ekim tarihli grup toplantısında, “Abdullah Öcalan, gelsin Mecliste DEM parti grubunda konuşsun” diyerek, bu değişimi bir üst aşamaya taşıdı. Bahçeli, daha sonraki bir konuşmasında ise, “İmralı ile DEM grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyoruz" açıklaması yaparak, süreç için pratik adımlar atılmasının gerekliliğine işaret etti. Bahçeli’nin bu açıklamalarına ilk zamanlarda sessiz kalan ortağı Erdoğan 30 Ekim tarihinde, Bahçeli'nin gerçek milliyetçiliğin ne olduğunu gösterdiğini belirterek kendisine destek verdi ve teşekkür etti.
 
Tüm bunlar, bir yandan iktidar blokunun Erdoğan’ın, yeniden aday olmasının önünü açmak üzere strateji değişikliğine gittiği kuşkularına yol açarken, diğer yandan ise yıllardır bu ülkede barış için mücadele edenlerin “Acaba” diye umutlanmalarını sağladı. Ancak kabul etmek gerekir ki, 2012-2013 ve 2014 yıllarında sürdürülen çözüm sürecinin akamete uğramasının ardından yaşananlar, insanların bu açıklamalara temkinli yaklaşmalarına yol açıyordu.
 
Kuşkusuz bu sürecin akamete uğramasının ardından, yeniden başlayan çatışmalar, bu ülkenin yoksul halklarının çocuklarının toprağa düşmesine ve yoksul halk için kullanılacak kaynakların heba olmasına yol açmaya devam etti. Bununla da kalınmadı, iktidar çatışma ortamının yol açtığı gerginliği, demokratik siyaseti tasfiye etme fırsatına dönüştürdü ve HDP’nin önceki eşgenel başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ın da aralarında olduğu milletvekillerini, partili belediye başkanlarını, parti merkez, il ve ilçe yöneticilerinden binlerce kişiyi yargı eliyle siyasetin dışına atmaya çalıştı. 3 dönemdir partinin seçilen yerel yöneticileri görevden alınıyor ve yerlerine kayyım atanıyor. İktidar bunlarla yetinmiyor, seçim propagandalarında muhalefetin bütünlük içinde hareket etmesini engellemek için, eski HDP şimdi ki DEM partiyi terörün uzantısı olmakla, onunla iş birliği yapmaya çalışan muhalefeti ise “terörle” iş birliği yapmakla suçluyor. Elbette tüm bunların yol açtığı travma, insanları temkinli olmaya sevk ediyor.    
 
Her şeye rağmem, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yönelik silah bırakma ve örgütü feshetme çağrısı, 40 yıllık çatışmanın sona erdirilmesi adına kritik bir eşiğin aşılmasının fırsatını sunuyor. Bu nedenle bu fırsatın heba edilmemesi için herkesin durduğu yerden ve kendi penceresinden bakarak yaptığı kim ne kazandı veya kazanacak gibi, değerlendirme sürecin ilerlemesinin önünü kesecek boyutlara ulaşmamalıdır. Elbette bu ülkenin bir yurttaşı olarak ben yaşananları yok saymıyorum ve bu kuşkuların yanlış olduğunu söylemiyorum. Ancak kabul etmek gerekir ki, süreç çok yeni ve toplum yeterli bilgiye sahip değil. Kaldı ki özellikle Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamalar ve verdiği mesajlar, Kürt cephesinde daha çok “Acaba” sorusu sorulmasına yol açıyor.
 
Öte yandan sürecin, iktidar ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlaması göz önüne alındığında, bu çağrının devlet katında ciddi bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Ancak, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarında sert mesajlar vermesi, “Ya silahları gömerler ya da gömülürler” şeklinde açıklamalar yapması, sürecin yalnızca bir güvenlik meselesi olarak ele alındığı kuşkularına yol açıyor. Kuşku yok ki, sürecin yalnızca güvenlik boyutuyla ele alınması, geçmişte olduğu gibi yeni kırılmalar yaşanmasına yol açacak tehlikeli bir yaklaşımdır.
 
Öte yandan unutmamak gerekir ki, böylesine hassas bir konuda hiçbir gelişme tesadüfen ortaya çıkmaz ve alt yapısı olmadan toplumla paylaşılmaz. Çözüm sürecinin yürütücülerinden DEM Parti Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, katıldığı bir televizyon programında, “Bu sürecin hiçbir şartı yok” yönündeki açıklaması, barışa yönelik güçlü bir irade beyanı mıdır, bekleyip görmek gerekiyor. Zira Öcalan, bir “Çözüm Sürecini” işaret etmekten ziyade, PKK’nın kurulduğu tarihten günümüze dünya ve ülke konjonktüründe meydana gelen değişimlerden dolayı, dayandığı zeminin kalmadığını, dolayısıyla kendisini feshetmesi gerektiği çağrısı yapıyor. Açıklama Öcalan’ın PKK’nin kendisini feshetmesi çağrısı olarak okunsa da, açıklamada “Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.” yönündeki değerlendirmesi, açıklamanın aynı zamanda ülkenin demokratikleşmesinin önünü açmak amaçlı olduğunu gösteriyor. Nitekim açıklamanın Kürtçe ve Türkçe okunmasının ardından söz alan Sırrı Süreyya Önder’in, "Öcalan, 'Bu perspektifi ortaya koyarken, şüphesiz, pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir' notunu sizinle paylaşmamızı istedi" demesi de bunun kanıtıdır.
 
Sonuç olarak; süreçle ilgili yeterli bilgiye sahip olunmaması, açıklamanın iki tarafta da kuşkuyla karşılanmasına yol açıyor. Ancak yukarıda belirttiğim gibi, hiçbir gelişme tesadüfi değildir. Dolayısıyla bugün gelinen nokta, birtakım görüşmeler yapıldığını ve bir anlaşma zemini oluştuğunu gösteriyor. Özellikle, örgütün feshinin istendiği kısa bir açıklamanın detaylara yer vermemesi ve her iki tarafın beklentilerini karşılamaktan uzakmış gibi görünmesi üzerinden ortaya çıkan kaygının yayılmaması ve büyük mağduriyetlere yol açılmaması için gerekli tedbirler alınmalı ve somut adımlar atılmalıdır. Yani barış umudunun korunması için azami özen gösterilmelidir. Burada önemli olan sürecin bütün aktörlerinin riskleri yönetebilme iradesine sahip olmalarıdır. Kısacası önceki deneylerden ders çıkarılmalı ve yalnızca niyetlerin duyurulmasının yeterli olmadığı bilinciyle, somut eylem planı ile bilgi akışı sağlanarak toplumda güven tesis edilmelidir. Ve de en önemlisi, barış gibi önemli bir hedefe ulaşılmasının önemi dikkate alınmalı ve konuyla ilgili açıklama yapan kurumsal yapılar ile bireylerin duygusallıktan uzak durmaları ve sürece zarar verecek dil kullanmaktan kaçınmaları önemlidir.
 
Belirsizlik olmakla birlikte, dilerim süreç Türkiye halklarına bir kez daha hayal kırıklığı yaşatmadan, gerçek bir barışa ulaşılmasının aracı olur!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.