ALTIN
 3.042,49
DOLAR
 35,5025
STERLİN
43,1833
EURO
 36,2485

 

ÜLKEDE SANDIK DEMOKRASİSİ BİLE YOK!

Yaşadığımız ülke Türkiye gerginliğin hiç düşmediği, siyasi tartışmaların en sert şekilde devam ettiği bir ülkedir. Eskiden bu tartışma ve sürtüşmelerde denge söz konusuydu. Zira eksiklikleri olmakla birlikte, dengeyi sağlayan kuvvetler ayrılığı ilkesi yürürlükteydi. Bu ilke yürürlükte olunca hem yasama hem de yargı denetim yetkilerini kullanarak, yürütmenin siyasetin muhalefet kanadını keyfi uygulamalarla baskı altına almasını engelliyordu.
 
Maalesef 23 yıllık AKP iktidarında, 2015 yılına kadar paralel yapıyla 2015 yılından başlayarak MHP ile olan süreçte, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, onu takip eden Olağanüstü Hâl ve onların adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri tek adam yönetimine geçilen 2018 yılından bugüne, yürütme üzerindeki denetim adım adım yok edildi ve kuvvetler ayrığı ilkesinin yerini kuvvetler birliği aldı. Bir başka deyişle, tüm yetkiler yürütmenin başında bulunan Cumhurbaşkanında toplandı. Artık yasama sadece onun istediği yasaları çıkarıyor, yargı yasama ile yürütmeyi denetleyemiyor. Bırakın denetlemeyi siyaseti iktidarın istediği şekilde dizayn etme görevi üstlendi.  
 
Bu çerçevede, yıllardır Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve onun devamı niteliğindeki Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisini (DEM) ablukaya alan iktidar bir süredir rotayı ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Patisine (CHP) çevirmiş bulunuyor. Özellikle partinin birinci çıktığı, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden bu yana seçilmiş belediye başkanlarına yönelik soruşturmalar hız kesmeden devam ediyor. Esenyurt belediye başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan operasyon mekaniği, hafta içinde asıl hedef olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ulaştı. Ekrem İmamoğlu'nun 19 Mart Çarşamba günü sabahın erken saatlerinde gözaltına alınmasıyla operasyon sürecinde zirveye ulaşıldı. Operasyonun Ekrem İmamoğlu’nun CHP’nin Cumhurbaşkanı adayını belirlemek üzere 23 Mart Pazar günü (bugün) yapacağı ön seçim öncesi yapılmasının amacı, İmamoğlu’nun tek aday olduğu bu seçimi engellemektir.
 
Hatırlayacaksınız bir süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP’li belediye başkanlarına yönelik operasyonları eleştirenlere karşılık, “Turpların büyüğü heybede” diye cevap vermişti. Erdoğan, açıklamasında isim vermese de Türkiye’de yaşayan herkes asıl hedefin, bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin adayı olmasına kesin gözüyle bakılan Ekrem İmamoğlu olduğunu biliyordu. Kısacası asıl hedef, güçlü bir aday profili çizen ve muhalefetin tamamının etrafında toplanacağı herkesçe bilinen Ekrem İmamoğlu’ydu.
 
Daha önce yazılarımda, birkaç defa demokrasinin bir haklar bütünü olduğunu yazmıştım. Zira bu ülkede uzun süredir sandık merkezli bir demokrasi anlayışı yerleştirilmeye çalışılıyor. Ne yazık ki, bunu sadece iktidar yapmıyor. Maalesef ana muhalefet partisi CHP’nin de içinde bulunduğu muhalefet blokunun ağırlıklı bir kısmı da önceki yıllarda sorunların çözüm yeri olarak sandığı işaret etmişlerdi. Elbette bu doğru bir yönlendirme değil. Zira demokrasi sadece yurttaşların belirlenen periyotlarla sandığa attıkları oylarla genel veya yerel yöneticileri seçtikleri sistemin adı değildir. Cumhurbaşkanı ile milletvekili genel seçimlerinin yapıldığı 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinin hemen ardından 2 Haziran 2023 tarihinde başka mecrada yayımlanan, “SAKATLANAN TEMSİLİ DEMOKRASİ VE SEÇİMLER” başlıklı yazımda konuya dair şunları yazmıştım: “Sanıyorum gerek ülkeyi yönetenlere gerekse muhalefete demokrasinin sadece siyaseti değil, toplumsal hayatın başka alanlarını da kapsayan bir süreç ve bir işleyiş biçimi olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Örneğin; örgütlenme engellendiğinde toplumun hak ve menfaatleri ortak olan sınıf ve katmanları örgütlenemezler. O zaman örgütlenemeyen bu sınıf ve katmanlar, taleplerini demokrasi içinde dile getiremezler" demiştim. Özellikle ekonomik karar mekanizmalarına toplumun değişik kesimlerini temsilen katılımın sağlanmamasının demokratik işleyişi engellediğini vurgulamıştım. “Demokrasi, seçmenlerin yasalarla belirlenmiş süre olan dört veya beş yılda bir kullandıkları oylarla seçtikleri parlamentodan, partilerden ve partilerin boş vaatlerinden ibaret değildir. Asıl demokrasi; hayatın içinde, gündelik hayata dair taleplerin karşılanıp karşılanmamasındadır. Demokrasi: siyasi partiler, parlamento, sandık üçgeninden çıkıp yurttaşların, yurttaşlık bilinciyle hareket ettikleri, yerelde ve genelde örgütlendikleri, taleplerini dile getirdikleri, seslerini duyurdukları, karar alıcılara ulaşabildikleri ve çözüm önerilerini onlara aktardıkları ve çözümün parçası olduklarında gerçek demokrasi olacaktır demiş ve kısacası gerçek bir demokrasi için yurttaşı sürece katmak ve onun kendisini sorumlu hissetmesini sağlamak esas olmalıdır" diye vurgulamış şöyle devam etmiştim: "Demokrasi yöneten yönetilen karşılaşmasında, yönetilenin örgütlülüğü ile yönetene karşı geliştirdiği etkin mücadelesinin siyasi otorite üzerinde baskı kurduğunda ve onu uzlaşıya zorladığında anlamlıdır. O zaman yurttaşı seçimden seçime hatırlamak, 4 veya 5 yıl olan iki seçim arasında siz evinizde oturun biz hallederiz demek, gerçek demokrasi değildir.”
 
Evet, demokrasiyi sandığa indirgemek, insanı merkeze koymayan sığ bir bakış açısıdır. Ve maalesef bu bakış açısı, sandıktan çoğunluk olarak çıkan iktidar sahiplerinin kendilerinde her şeyi yapabilme hakkı görmelerine yol açmaktadır. Nitekim Türkiye’nin yeni yönetim modeline geçmesiyle birlikte, eskiden kısmen iktidarlardan bağımsız hareket edebilen bürokrasi, özellikle mülki amirler, kişiye bağlı, onun talimatıyla hareket eden bireylere dönüştüler.  
 
Bu yazının yazıldığı saatlerde Ekrem İmamoğlu ifade vermeye devam ediyordu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yaptığı açıklamalar ve medyaya yansıyan bilgiler, yolsuzluk ve Kent Uzlaşısı gibi iki ayrı soruşturma kapsamında, İmamoğlu’na yöneltilen suçlamaların, “Aldığım duyuma göre, duyduğum kadarıyla” gibi gizli tanık ifadelerine dayandırıldığını ve ortaya kanıt konulamadığını gösteriyor. Elbette konuyla ilgili yargı süreci devam ediyor ve kararı yargı verecek. Ancak bugün herkesi yargı kararlarına saygı göstermeye çağıran iktidarın, yargı süreci başlamadan önce yandaş gazete ve televizyonlardaki gazeteci ve yorumculara, İmamoğlu ile ekibine yöneltilen suçlamalara ilişkin açıklamalarda bulunmalarını ve suç isnat etmeleri ile üzerinde gizlilik kararı bulunduğu için suçlamalara muhatap olanların avukatlarının bile ulaşamadıkları dosyadaki bilgi ve belgeleri ifşa ederek, İmamoğlu ile yanındakileri suçlu ilan etmelerini sağlayanın bizzat kendisi olduğunu bilmeyen yok.
 
Yukarıda belirttiğim gibi, demokrasi bir haklar bütünüdür. Bu hakların başında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemek gelmektedir. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı" başlıklı 34. Maddesinin 1’nci fıkrası; "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” denmektedir.
 
Görüldüğü gibi, Anayasanın 34. Maddesinin birinci fıkrası oldukça açık bir şekilde, toplantı ve gösteri hakkının kullanılmasının izine tabi olmadığını, silahsız ve saldırısız olduğu sürece her yurttaşın bu hakkını kullanabileceğini gayet açık bir şekilde, hüküm altına almıştır. Yani Anayasanın hakkın kullanımında aradığı tek şart, silahsız ve saldırısız olmasıdır. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasanın 90. Maddesine uygun olarak imzaladığı ve taraf olduğu, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası antlaşmalar da bu hakkı teminat altına almışlardır. Tüm bu anayasal güvencelere rağmen iktidar yıllardır demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve siyasi partilerin toplantı ve gösterilerini yasaklıyor. Kolluk kuvvetleri ile yurttaşları karşı karşıya getiriyor. Bu karşı karşıya gelişin yol açtığı şiddet görüntülerini, demokratik haklarını kullanan kurum ve bireyler aleyhine kullanıyor. İktidar şimdi bir kez daha aynı yöntemlere başvuruyor ve muhalefetin, özellikle CHP’nin çağrısıyla yapılan sokak gösterilerine karşı yargıya sığınıyor ve herkesi yargı kararlarına saygılı olmaya çağırarak, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in toplumu sokağa çağırmasını kriminalize ve marjinalleştirmeye çabalıyor. Valiler eliyle İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere, kentlerde toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi en temel hakların kullanımını yasaklatıyor. Yasakları tanımayan yüzbinlerce insanın alanlara çıkmalarını engellemek için caddeleri, sokakları kapatıyor. Polis barikatları ile geçişleri engelliyor. Yetmiyor toplu taşımayı durduruyor. İletişimi kesmek üzere interneti yavaşlatıyor. Yani iktidar valiler eliyle kentlerde yaşayanların ulaşım, haberleşme, işyerlerine ve ikametlerine ulaşma haklarını gasp ediyor. Sonra da tüm bunları yapan kendisi değilmiş gibi, herkesi yargı kararlarına saygı göstermeye çağırıyor.
 
Evet, demokrasiyi sandığa indirgeyen ve herkesi sandıktan çıkan iradeye saygı göstermeye çağıran iktidarın kendisi, sandıktan çıkan iradeyi tanımıyor ve muhalefete mensup seçilenleri araçsallaştırdığı yargının önüne atarak görevden alıyor ve yerlerine kayyum atıyor. Kısacası artık ülkede sandık demokrasisi bile yok!

 

 

 

 

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
reklam
reklam