Eski Türkiye, öyle mi?
Yenişehir’de bir telaş…
Devasa bir bina için temel atıyor işçiler. Ha babam, de babam çalışıyor. Hem de ne hummalı çalışma.
Ankaralı merakta. Pek çok kişi yapılacak binanın Genelkurmay Başkanlığı olacağını düşünüyor. Çünkü henüz genç cumhuriyetin ordusunun yönetileceği bir bina yok başkentte.
Tarih 1927-28'i bulmuş. Hükümet inşaat için yurtdışından bir de mimar getirtmiş hem de özel kararnameyle, adı; Theodor Jost... Binanın inşaatı, Viyana-Avusturya firması olan Redlich ve Berger Kardeşler’e yaptırılıyor.
Üzerine bunca titrenen bina Hıfzıssıhha’ya ait. Bina yapılacak ki memlekette aşı, serum, hayati tıbbi malzeme üretilebilsin, gıda maddelerinin sağlığa uygunluğu tahlil edilebilsin.
O günlerde ülkenin tek bir tıp fakültesi var o da İstanbul’da. Fakat Ankara’da kurulacak bu merkez; yarısı salgınlarda ve savaşta kırılan halk için çok ama çok önemli. Çünkü Hıfzıssıhha Ankara’da Tıp eğitimi başlatmak için de bir ön okul olacak.
Burası cumhuriyet döneminin ilk sağlık binası. İnşaat biraz büyük o yüzden “Refik bey burada cirit oynayacak herhalde” dedikoduları ortalıkta dolaşıyor. Bu yüzden de dönemin Sağlık Bakanı Refik Saydam Meclis’te kürsüye çıkıp dedikodulara cevap veriyor diyor ki, “Kurduğum tesisleri gözde büyüterek ‘acaba Refik Bey bu binalarda cirit mi oynatacak?’ diyenler oluyor. Hâlbuki ben, yakın bir gelecekte bu tesislerin ihtiyaca kifayet vermeyeceğine inanıyorum.”
Refik Saydam yanılmıyor çünkü iki yıla kalmadan yeni binalar ekleniyor ilk yapılan bölüme. Binanın inşaatı ekleriyle birlikte 1933 yılına dek sürüyor. Genelkurmay Başkanlığı binasından önce Hıfzısıhha Enstitüsü’nün yapımına başlayan genç cumhuriyet bu iş için 1.5 milyon lira harcıyor.
Enstitü’nün ilk kadrosunda 14 uzman, 40 yardımcı personel var. Sivas ve İstanbul kimya ve aşıhaneleri de birleştirilerek buraya aktarılmış durumda. O dar kadro, yepyeni ve umut veren o binada mucizeler yaratıyor.
Kuruluşundan tam bir yıl sonra üretilen serum ülkenin bütün ihtiyacını karşılıyor. Öyle ki serum ithaline gerek bile kalmıyor. Enstitü 1933 yılında kuduz aşısı üretimine geçiyor. 1934’te ise artık ülkenin bütün çiçek aşısı üretimi karşılanmış durumda. 1935’te artık Farmakoloji Şubesi kurulmuş yerli ve yabancı ilaçların üretimine geçilmiş bile...
1937 ise bambaşka bir yıl.
O yıl ne yapılmış biliyor musunuz? Kendi ihtiyacını karşılayan Türkiye, Yunanistan’a, Suriye’ye, Irak’a tetanoz ve difteri serumları, Çin’deki kolera salgını sırasında da bu ülkeye bir milyon kişiye yetecek kadar kolera aşısı gönderiyor.
Çin’e… Bir milyon aşı! (Alıntı)
Meydanlarda konuşup mangalda kül bırakmayanlar ne diyorlardı ? “NEREDEEEEEEN NEREYE”
İktidarda kaldıkları 23 yılda ülkeyi getirdikleri durum tüm açıklığı ile ortada…..
Yani; “ORALARDAN BURALARA”
SON SÖZ: Bugün Araplar, kadın araba sürsün mü diye tartışırken, Atatürk 90 yıl önce bugün Mavi Göklerde “Türk Kadını’na” uçak uçurtma.