Halk Soruna El koyarsa
23 Mart Pazar günü başka mecrada yayımlanan, “ÜLKEDE SANDIK DEMORASİSİ BİLE YOK” başlıklı yazımın giriş paragrafı aynen şöyleydi: “Yaşadığımız ülke Türkiye, gerginliğin hiç düşmediği, siyasi tartışmaların en sert şekilde devam ettiği bir ülkedir."
Maalesef ülke olarak son bir hafta içinde bunu en canlı şekliyle bir kez daha yaşadık. Yukarıda belirttiğim yazıyı yazdığım 22 Mart Cumartesi akşam saatlerinde, 19 Mart Çarşamba günü şafak operasyonu ile içinde Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ile Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’ın da oldukları 92 kişiyle birlikte gözaltına alınan, 31 Mart 2024 tarihinde halkın iradesi ile seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) ve Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı (TBB) Ekrem İmamoğlu ile beraberindekilerin savcılık sorgusu devam ediyordu. Aynı yazımda yaşanan hukuksuzluğa kısmen değinmiş ve sonuçta yargının karar vereceğini belirtmiştim.
Ne yazık ki, yazının yayımlandığı 23 Mart 2025 Pazar günü İmamoğlu ile birlikte 48 kişi hakkında tutuklama kararı verildi. Böylece günler öncesinde yandaş ve sözde merkez yazılı ve görsel medyada başlatılan karalama kampanyası sonucu, 18 Mart 2025 tarihinde 35 yıl önce aldığı üniversite diploması İstanbul üniversitesi yönetimi tarafından hukuksuz bir şeklide iptal edilen İmamoğlu’na yönelik operasyonun ilk etabı tamamlandı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile yakın çalışma arkadaşları belediye bürokratları hakkında biri, “yolsuzluk” diğeri ise “kent uzlaşısı” kapsamında “teröre destek” suçlaması üzerinden yürütülen iki ayrı soruşturmada gözaltı kararı verilmiş ve 19 Mart Çarşamba günü sabah saatlerinde evlerinden gözaltına alınmışlardı. Gözaltı yapılmadan günler öncesinden başlayarak gizli olması gereken soruşturmalar, yandaş medyada adeta geliyor gelmekte olan diyerek manşetlere çıkarıldı. Yolsuzluk yapıldığına dair afaki rakamlar, çarşaf çarşaf haber yapıldı. Halbuki dosya gizliydi ve suçlamalara muhatap olanların avukatları bile müvekkillerinin neyle suçlandıkları bilgisine ulaşamıyorlardı. Bu gizliliğe rağmen, gözaltı işleminden günlerce önce ve gözaltı sürecinde yandaş medyanın gazete sayfaları ile televizyon ekranlarında dosyanın detayları yayınlanarak, toplum olası gözaltı, tutuklama ve yerine kayyum atanmasına hazır hale getirilmeye çalışıldı.
Kuşkusuz tüm bu karalama kampanyaları eşliğinde iki ayrı dosya üzerinden başlatılan ve kimsenin tanımadığı, yüz yüze gelmediği, soru soramadığı sözde “gizli tanıkların” “Duyum aldım, öyle söyleniyordu, öyle duydum” gibi delil sayılamayacak ifadelerine dayandırılan soruşturmaların asıl hedefi, İmamoğlu’nu görevden uzaklaştırmak ve yerine kayyum atamaktı. Zira iktidar, üç dönemdir Kürt nüfusun ağırlıklı yaşadığı il ve ilçelerin, seçilmiş eski HDP şimdinin DEM partili belediye başkanlarını bu yöntemle görevden alıyor ve yerlerine kayyum atıyordu. Şimdi sıra CHP’li belediye başkanlarındaydı. Nitekim 30 Ekim 2024 tarihinde, İstanbul Esenyurt’un seçilmiş belediye başkanı Ahmet Özer aynı yöntemle gece yarısı evinden gözaltına alınmış ve yerine kayyum atanmıştı.
Bir paragrafını yukarıya aldığım 23 Mart tarihli yazımda da belirttiğim gibi İmamoğlu, artık sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kaybeden Türkiye’yi kaybeder” dediği İstanbul'un büyükşehir belediye başkanı değildi. Zira Erdoğan’a ve seçim için kullanılan devlet olanaklarına rağmen, üç defa seçim kazanmış, popülaritesi sürekli yükselen, CHP’nin hatta muhalefetin tamamının potansiyel Cumhurbaşkanı adayı olarak, toplumda kabul gören siyasetçiydi.
Nitekim partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), daha önce 23 Mart 2025 Pazar günü parti üyeleriyle yapacağını duyurduğu, Cumhurbaşkanı adaylığı önseçimine tek aday olarak başvurmuştu İmamoğlu. Önseçim için kampanya yürütüyor ve illerde partililer ile toplumun değişik dinamiklerinin temsilcileriyle buluştuğu coşkulu salon toplantıları yapıyordu. Kısacası İmamoğlu, artık bir büyükşehir belediye başkanı olmanın çok ötesinde, iktidar blokunun karşısında muhalefet blokunun etrafında birleşeceği bir aday olacağına kesin gözüyle bakılan bir siyasetçi olarak toplumda kabul görüyordu. Bir başka deyişle İmamoğlu, Anayasanın 101. Maddesinin "Bir kişi en çok iki defa Cumhurbaşkanlığına aday olabilir" hükmü nedeniyle aday olamaz tartışmaları süren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, aday olması durumunda yarışacağı güçlü bir rakip olarak öne çıkıyordu. Tüm bu nedenlerle, bu ülkede yaşayan herkes yapılanın iktidar blokunun yarışmaktan çekindiği güçlü rakibini yargı eliyle siyaset sahnesinin dışına atmak olduğunu gayet iyi biliyor.
Tabii iktidarın hesaplamadıkları vardı. Yıllardır Kürt illerinde eski HDP şimdiki DEM partili belediye başkanlarını görevden alarak yerine kayyum atarken, DEM Parti kitlesiyle sınırlı tepkiyle karşılaşan iktidar, bu süreci de aynı şekilde atlatacağını düşünse de durum öyle olmadı. Zira yukarıda belirttiğim gibi, İstanbul gibi büyük bir metropolün belediye başkanı olmanın yanı sıra; erken veya zamanında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin ortak adayı olacağı kesin olan İmamoğlu’nun gözaltına alınması üzerine, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, belediye başkanlık binasının bulunduğu İstanbul Saraçhane’de sürekli halka seslenirken, parti örgütünü seferber etti ve ülke çapında protesto eylemleri başlattı. Buna paralel olarak, İmamoğlu gözaltına alınmadan bir gün önce 35 yıl önce aldığı diplomasının İstanbul üniversitesi yönetimince iptal edilmesini protesto eden öğrenciler, polis barikatını aşarak Saraçhane'deki kitle ile buluştular. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin bu eylemi diğer üniversitelere de sıçradı ve baskıların bunalttığı öğrencilerin öfkesi sokağa ve meydanlara taştı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, Saraçhane'de başlattığı direnişin, yurt çapına yayılarak, akşam saatlerinde ülkenin tüm kentlerinde meydanların dolup taşması ve üniversite gençliğinin kampüslerden taşan öfkesi, valilerin yasakları ile polis barikatlarını aşınca iktidar kısmen de olsa frene basmak zorunda kaldı.
Öte yandan Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının hemen ardından, CHP 23 Mart tarihinde yapacağı cumhurbaşkanı adayını belirleme önseçimine sadece üyelerin değil, destek vermek isteyen tüm yurttaşların katılabileceğini ve üye olmayan destekçilerin seçimin yapılacağı alanlarda kurulacak dayanışma sandığına oy atabileceklerini açıkladı. Bu açıklama üzerine, önseçim tam anlamıyla şölene dönüştü ve 1 milyon 750 bin üyesi olan CHP’nin, cumhurbaşkanı aday adayı Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı için genci, yaşlısı, hastası 15 milyon insan oy kulandı. Bu eşi benzeri görülmemiş bir sahiplenmeydi. Gerek kitlesel protestolara milyonların katılması gerekse önseçimde milyonların Ekrem İmamoğlu'nun adaylığı için oy vermesinin adı, halkın soruna el koymasıdır.
Daha açık ifade edersem halk iktidara, "Ey iktidar! Sen devlet gücünü benim bundan önce sandıktan çıkmış irademi gasp etmek için kullandığın gibi bundan sonra önüme gelecek seçim sandığında, sana karşı önüme gelecek alternatifi de kendin belirlemeye çalışıyorsun. Bu benim sandık tercihimi senin belirlemendir. Ben bunu kabul etmiyorum ve aday olarak görmek istediğim kişi Ekrem İmamoğlu'dur" dedi.
Kuşkusuz hem milyonların valilerin yasak ve engellemelerine rağmen anayasal haklarını kullanarak sokaklar ile meydanlara akmaları hem de CHP üyelerinin çok çok üstünde sayıda yurttaşın önseçim sandığına koşması, iktidarın yargı eliyle siyaseti dizayn etme uygulamalarına verilmiş esaslı bir tepkidir. Bu aynı zamanda halkın özne olarak demokrasiye sahip çıkmasıdır.
Evet, halkın soruna el koyması ile şimdilik İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına kayyum atanmadı ve belediye meclisi kendi içinden başkan vekili seçti. Ancak her şey bitmiş değil. Dolayısıyla, başta CHP olmak üzere muhalefete düşen içeride rehin tutulan tüm siyasetçilerin serbest bırakılmalarını ve Kürt sorunun demokratik çözümü için Öcalan'ın örgüte yaptığı silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı sahiplenilmeli ve ortak mücadele yükseltmelidir. Buna paralel, yaşanmakta olan ekonomik ve sosyal sıkıntıların çözümü için seçim sandığının halkın önüne bir an önce getirilmesi talebi yüksek sesle dile getirilmelidir.
Kuşkusuz CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in, demokrasiyi sandığa indirgeyen ve halkı sokaktan çeken politik çizgiyi terk ederek, halkı anayasal hakkını kullanmaya ve sokağa çıkmaya çağırması halk nezdinde kabul görmüş ve meydanlar yeter artık diye ses vermiştir. Bundan sonra muhalefete düşen, halkın demokrasiyi sahiplenme araçlarını doğru kullanmasına öncülük etmektir. İktidara düşen ise; sokaktan gelen sesi duyması ve halkın anayasal haklarını kullanmasını engelleyecek yasak ve baskılardan uzak durmasıdır. Zira halk soruna el koymuş ve "Esas olan sizin kısır çekişmeleriniz değil, benim istek ve beklentilerimdir!" demiştir.