ALTIN
 3.042,49
DOLAR
 35,5025
STERLİN
43,1833
EURO
 36,2485

VEYSEL’DEN AL DERSİ!

Türkiye’nin içine düşürüldüğü kutuplaşma iklimi ülkeyi adeta düşman kamplara ayırmış durumda. İlginçtir ama Türkiye’de bu kutuplaşma hep vardı. 3 Nisan 2025 tarihinde başka mecrada yayımlanan, "PROTESTO HAKKI ANAYASAL HAKTIR!" başlıklı yazımda, sistemin biri ebedi diğeri dönemsel iki ötekisinin hep elinin altında hazır bulunduğunu ve döneme göre bu ötekileri devreye sokarak, toplumu baskıyla susturduğunu yazmıştım. Kısacası Türkiye, bu kutuplaşmayı ilk defa yaşamıyor. 1946 yılında çok partili sisteme geçen Türkiye’de tartışmalı 1946 seçimlerinin ardından, 1950 yılında yapılan seçimde Demokrat Parti (DP) iktidara gelir. DP iktidar olur olmaz ilk işi, meclis kararına bile gerek duymadan NATO saflarında savaşmak üzere Kore’ye asker göndermek olur. Nitekim asker göndermeye dair tezkere daha sonra TBMM’de kabul edilir. Meclis kararı olmadan, hükümet kararıyla yapılan bu asker gönderme işlemi ile Türkiye safını belli ediyor ve 1952 yılında emperyalist Batı'nın savaş Örgütü NATO’ya üye oluyor.

Kuşkusuz Türkiye’nin kuzey komşusu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine (SSCB) karşı kurulmuş NATO’ya katılması, ülke içinde özellikle aydın çevrede sert şekilde eleştirilir. Aynı yıllarda dünya genelinde yükselmekte olan anti kapitalist anti emperyalist dalganın da etkisiyle, Türkiye’de sol sosyalist hareket ivme kazanır. Üniversite öğretim üyeleri ile aydın entelektüel çevrede sosyalist düşüncenin yaygınlaşması iktidarı ciddi şekilde rahatsız eder ve komünizm propagandası yapma suçlaması ile birçok öğretim üyesi, sanatçı, yazar ve aydın tutuklanarak cezaevlerine doldurulur. Böylece genç Cumhuriyet’te, sol sosyalist siyasetin gelişmesinin ve anti emperyalist dalganın yükselmesinin önü kesmeye çalışılır. 

Elbette DP, sadece kapitalizmin alternatifi sosyalizmin mücadelesini veren sosyalist sol düşünceyi baskı altına almakla kalmadı. Hızlı bir şekilde toplumu kutuplaştıran uygulamaları heyete geçirdi. Bu politika sonucu özellikle köylerde DP’liler ile CHP'liler gittikleri kahveleri ayırdılar. Hatta aynı camilere gitmemeye başladırlar. DP’nin iktidarının son yıllarında, 12 Ekim 1958 tarihinde Adnan Menderes’in Manisa’da yaptığı bir konuşma ile start verdiği “Vatan Cephesi” hareketi bu kutuplaştırmanın derinleşerek sürmesinin aracı oldu. Her ne kadar bu cephenin sadece DP’lilere değil, tüm yurttaşlara açık olduğu söylense de üye olmayanlar üzerinde yoğun bir baskı vardı. O zamanın tek haberleşme aracı olan devletin radyosundan her haber saati öncesinde bu cepheye katılanların isimleri duyurulurdu. Çoğu zaman üye olmayanların hatta ölenlerin kaydedildiği bile görülürdü.

DP döneminin toplumu hasım cephelere ayrıştıran bu hareket, partinin üçüncü defa seçim kazandığı 1957 seçimleri sonrası oluşturuldu ve yaygınlaştırıldı. Ülkenin en ücra köşelerine kadar “Vatan Cephesi Ocakları” açıldı ve yurttaşlar hızla kaydedildi. Kuşkusuz DP iktidarının “Vatan Cephesi" girişimi, Türkiye'de demokrasinin gelişmesinin katili, darbelerin başlangıcı olan 27 Mayıs 1960 darbesine gidişte önemli bir yere sahiptir. Elbette tüm bu uygulamalar darbenin gerekçesi olmamalı ve toplumu daha da kutuplaştırıp, etkisi sonraki yıllarda devam eden acılar yaşanmamalıydı. Ancak kendisi gibi düşünmeyen yurttaşları hatta kendisine oy vermeyen il ve ilçeleri topluca cezalandıran siyasi iktidarın yaptığının adı demokrasi olamaz. Zira DP’nin il ilçe teşkilatlarına bağlı çalışan, adını toplumun önemli bir değeri olan vatan kelimesinden alan bu hareketin varlığının yanı sıra, devletin tüm gücünü elinde bulunduran DP ile diğer partilerin eşit şartlarda, demokratik yarış verdikleri iddia edilemez. İktidar bu dönemde başta radyo olmak üzere devletin tüm imkânlarını kullanmış, aleyhte yayın yapan basın susturulmuştur.

Tüm bunların yaşandığı 1950’lerin Türkiye’sinde dönemin halk ozanı Aşık Veysel de iktidarın baskı politikasından nasibini alır. Nitekim dönemin Sivas valisi Aşık Veysel’i Vatan Cephesi'ne kaydolmaya ikna etmek için defalarca ziyaret eder. Ancak Veysel her seferinde kendisini geri çevirir. Geri çevirir çevirmesine ancak karşı karşıya kaldığı ayrımcı muameleler ve iktidarın muhalefete yönelik uygulamaya koyduğu baskı politikası, kendisini de köyüne hapsetmiştir. Bunun üzerine Aşık Veysel, köyüne hapsedilmiş durumda iken "Demokrasinin Budur Rejimi” isimli önemli bir şiiri  kaleme alır.

İşte Âşık Veysel’in, 1950’lerin baskıcı ve yasakçı yönetimine karşı söylediği türkünün sözleri:

Demokrasinin budur rejimi
Vatan milletindir, kim kovar kimi
Sıkma savcıları, kovma hâkimi
Şekavet yok, adalet var bu yolda
***
Topkapı'da, Kayseri'de, Uşak'ta
Kimin hakkı vardır, bu sefil halkta
Parmaklar oynuyor türlü nifakta
Selamet yok, felaket var bu yolda
***
Radyo denilen milletin malı
Neşriyatlar tarafsızca olmalı
Hâkimiyet milletindir bilmeli
Esaret yok, hep millet var bu yolda
***
Manasız mantıksız Vatan Cephesi
Vatan milletindir bu neyin nesi
Maksat Menderes'in seçim dalgası
Menderes yok, memleket var bu yolda
***
Milletsiz bir devlet yoktur olamaz
Eğri bakan aradığın' bulamaz
Hiçbir parti ebediyen kalamaz
Şikâyet yok, nihayet var bu yolda
***
Veysel söyler ama duyulmaz sesi
Doğru diyene diyorlar asi
Böyle değildi şu demokrasi
"Tahkikat" yok, hürriyet var bu yolda

Görüldüğü gibi, Halk Ozanı Aşık Veysel bundan 67 yıl önce, iktidarın uyguladığı ayrıştırıcı baskı politikasına karşı bugüne ışık tutacak yukarıdaki şiiri yazıp besteleyerek demokrasinin ne olması gerektiği hususunda ders vermiş. Günümüzün yönetenlerine düşen ise Veysel’in bu şiirinden ders almaktır.  

Maalesef bugün yaşananlar, Aşık Veysel’in her satırı ayrı anlamla yüklü, ders veren bu şiirinden ders alınmadığını kanıtlıyor. Bu nedenle, yaşadığımız ülke Türkiye, bir kez daha derin bir kutuplaşma yaşıyor. Hukuk örselendi, demokrasinin vazgeçilmez araçları kullanılamaz hale getirildi. İktidarın sığındığı liman olan seçim sandığından çıkan irade yok sayıldığı için ülkede tüm seçilmişlerin meşruiyeti tartışılır hale getirildi. Zira seçildikten sonra halkın iradesi olan seçilmişler görevden alınıyor, yerlerine iktidarın kendi memurları atanıyor. Kendi memurları diyorum çünkü son anayasa değişikliği ile birlikte, mülki amirler cumhurbaşkanı kararnamesi ile atanıyor ve onun görevi bittiğinde hepsinin görevi sona eriyor. Bu mülki amirlerin ve diğer bir çok bürokratın, devletin kendi işleyişi içinde liyakat esasına göre atanmasının önüne geçen bir uygulamadır. Bu aynı zamanda, parti genel başkanı olan cumhurbaşkanının, devletin tüm birimlerinin yöneticilerini belirleme yetkisini kendisinde toplamasıdır. Ülkede anayasal hakları kullanmak suç kategorisine alındı. Demokratik tepki araçlarının kullanılması, “Terör faaliyeti” “Vatanı hainliği” ile eş değerde tutuluyor. Yurttaşların nereden alışveriş yapacağı, alışveriş yapıp yapmayacağı bile soruşturma başlatmanın gerekçesi oldu. Kısacası iktidar, herkesi arkasında hizalanmaya zorluyor, hizalanmayanları devlet düşmanı ilan ediyor. Halbuki gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası gerekse Anayasanın 90. maddesine uygun kabul edilmiş uluslararası sözleşmeler, bu hakları güvence altına almışlardır. 

Ülkenin gerçek gündemi olan işsizlik, yoksulluk, yüksek enflasyon, yolsuzluklar tartışılamıyor. Yandaş medya ülkeyi güllük gülistanlık gösteriyor. Tek seslilik isteyen iktidarın baskı altına aldığı bu ülkenin kendine merkez medya diyen medyası, muhalefetin açıklamaları ile etkinliklerini göstermiyor. Gösteren 3-5 bağımsız medya kuruluşu ise cezalarla boğuşuyor. Yapılan hukuksuzluklardan dolayı geleceklerinden endişe duyan gençlerin sokağa taşan tepkileri kolluk şiddetiyle bastırılıyor. Gencecik insanlar darp ediliyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıp cezaevlerine atılıyorlar. Yani ömürlerinin baharında reddettikleri uygulamaları kabule zorlanıyorlar.   

Aşık Veysel’in yukarıya aldığım şiirinin son dörtlüğünde dile getirdiği gibi, bu ülkede doğru söyleyenin adı asiye çıktı. Halbuki demokrasi, çoğunluğun azınlığı tahakküm altına aldığı değil, azınlığın kendisini özgürce ifade ettiği rejimin adıdır. Yine Veysel’in “tahkikat” yok hürriyet var bu yolda, sözü ile anlatmak istediği gibi demokrasi; düşüncenin baskı ve soruşturmalarla baskı altına alınıp insanların susturulduğu değil, düşüncesini, demokratik yollarla özgürce söyleyebildiği rejimdir!

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.