ALTIN
 3.042,49
DOLAR
 35,5025
STERLİN
43,1833
EURO
 36,2485

 Bu Kavga Kayıkçı kavgası 

Geçen hafta bu köşe de yayınlanan, "MİLLİ İRADE SADECE İKTİDAR MI?" başlıklı yazımda, 2007- 2015 yılları arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazan AKP Ankara eski Milletvekili Aydın Ünal’ın Yeni Şafak gazetesinde ki köşesinde, “Miras Değil Alınteri” başlıklı, “Milletin ve mili iradenin önünde diz çökeceksiniz.” tehdidini içeren bir yazı kaleme aldığını ve TÜSİAD’a yönelik bu tehdidin asıl hedefinin muhalefetin tamamı olduğunu belirtmiştim. Aynı yazıda TÜSİAD’ın yıllardır iktidarın demokrasi dışı tüm uygulamalarına destek verdiğini vurgulamış ve kavganın sadece post kavgası olduğunu belirtmiştim.
 
Evet, kavganın post kavgası olduğu kesin. Zira TÜSİAD’ın sömürü ve talan çarkı ile yürüyen sistemin bekasına dair kaygıları var. Bu kaygılara sözcülük yapan ve iktidarı eleştiren sermaye örgütünün iki yöneticisi bir süre önce ifadeye götürüldü. Sermayenin elit kesiminin temsil edildiği TÜSİAD yöneticilerinin ifadeye götürülmelerinin, iktidar sermaye arasında kurulmuş olan hassas dengeye zarar vermemesi için iki taraf da özenli davranırken, Aydın Ünal’ın tehdit kokan bir yazı kaleme almasının asıl nedeni, TÜSİAD’dan hükumete yönelen eleştiriler değil. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile çalışma arkadaşlarının 19 Mart 2025 tarihinde gözaltına alınmalarının ardından milyonlarca insanın sokaklara dökülmesinden duyulan rahatsızlıktır.    
 
Kuşkusuz Aydın Ünal’ın  TÜSİAD yöneticilerinin mahcup bir şekilde karakola çekilmelerinin, 50 yıldan uzun bir süredir bu ülkede iktidarlar seçtirmiş, hükümetler kurdurmuş, hükümetler bozmuş, askeri ve sivil darbeler yaptırmış, elit sermaye örgütü yöneticilerinin ifadeye götürülmelerinin sermaye ile aralarını açacağını bilmemesi mümkün değil. Nitekim partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, “AK Parti döneminde sermayelerine sermaye katanlar kirli muhalefet anlayışını devreye alma çabasında” diyerek, durumu daha yumuşak bir şekilde geçiştirmeye çalıştı.
 
Evet, Erdoğan’ın bu açıklaması, yazlarımda sıkça vurguladığım AKP’nin en has sermaye partisi olduğu yönündeki tespitimi doğrular niteliktedir. AKP bu özelliği ile ülkeyi ucuz emek cenneti haline getirdi. Ülkenin yerüstü ve yeraltı zenginliklerini sermayenin talanına açtı. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, halka ucuz mal ve hizmet sunsun diye kurulan kamunun elindeki üretim tesislerini özelleştirme adı altında sermayeye devretti veya kapattı. AKP tüm bunlarla TÜSİAD patronlarının sermayelerini çok büyüttü. Kuşku yok ki kaygının temelinde, iktidar-sermaye ittifakının el ele verip soydukları halkın patlayacak öfkesinden kaynaklanan korku yatmaktadır.
 
2 Nisan 1971 tarihinde kurulan Türkiye Sanayicileri ve İş İnsanları (ilk hali iş adamları) Derneği (TÜSİAD), 54 yıldır bu ülke siyasetinin yegâne belirleyicisidir. Zira TÜSİAD, 1960’lı yıllarda toplumsal uyanışın tetiklediği demokrasi mücadelesinin önünü kesmek üzere yapılan gerici 12 Mart 1971 darbesinin hemen ardından kuruldu. Kurulmasından önce, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi ile karşılaşmış olan TÜSİAD bünyesindeki sermaye, 70’li yıllar boyunca işçi sınıfının yükselen mücadelesi karşısında büyük endişeye kapıldı ve karşı tedbirler geliştirmeye çalıştı.
 
DİSK’in öncülük ettiği sınıf ve kitle sendikacılığı ile işçi sınıfı, grev ve direnişlerle sermayeye korku salıyordu. Bu nedenle TÜSİAD’ı kuran sermeye, işçi sınıfı mücadelesine karşı birlikte hareket etmenin planını uygulamaya koymuş oldu.
 
12 Mart darbesinin ardından kurulan Nihat Erim hükümetini kutlayan ilk isim sermayenin sembol ismi Vehbi Koç’tu. Bu kutlama darbenin kimin için kime karşı yapıldığının işaretiydi. Sonraki uygulamalarda da görüleceği gibi darbe işçi sınıfına karşı sermayenin çıkarlarını korumak üzere yapılmıştı. Nitekim darbeden sonra ülkenin önemli kentlerinde sıkıyönetim ilan edilmesiyle birlikte, başta devrimci gençlik hareketi olmak üzere, sol sosyalist siyaset ile sendikal hareketi ezmeye yönelik operasyonlara hız verildi.
 
12 Mart darbesi, bugün demokrasi havarisi kesilen burjuvazinin gerçek yüzünün net bir şekilde göründüğü ilk darbedir. Nitekim 12 Mart faşist darbesi sürecinden güçlenerek çıkan TÜSİAD, 1978 yılında Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP hükümetine karşı tam sayfa gazete ilanları vermek suretiyle bir başka darbeye imza attı. Zira sermayenin halka nefes aldıracak politika ve uygulamalara tahammülü yoktu. Bu nedenle gazetelere ilanlar verdi ve CHP hükümetini hedef alarak sonrası için lehine olacak siyasi sonuçlar elde etti.   
 
Bu yıllarda TÜSİAD'ın en büyük kaygısı işçi sınıfının örgütlülüğü idi. Bu örgütlülüğü kırması gerektiğini düşünen sermaye örgütü TÜSİAD, gazete ilanları ile indirdiği CHP hükumetinin yerine kurulan Süleyman Demirel Başkanlığındaki Milliyetçi Cephe Hükümeti eliyle istediği politikaları uygulamaya koydu. Özellikle yatırım yapmanın önünde engel olarak gördüğü karma ekonomik modelin tasfiyesi ve devletin iktisadi faaliyetlerden çekilmesi için bastırıyordu. Ancak demokratik hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı 1961 Anayasası bu hedefe ulaşmanın önünde engeldi. Dolayısıyla bu anayasadan kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Bu nedenle, 12 Mart darbesinden daha sert, sonuç alıcı bir darbenin hazırlıklarını yaptılar. Bu hazırlıklar çerçevesinde 1970’li yılların ortalarından itibaren Türkiye ekonomik istikrarsızlık ve artan şiddetin yol açtığı kaosla adım adım 12 Eylül darbesine sürüklendi.
 
Öte yandan kapitalist sistem, 1970’li yılların sonundan itibaren dünya genelinde devletin küçülmesini esas alan, hakimiyetin serbest piyasada olduğu yeni ekonomik modele yani neoliberalizme geçiyordu. Elbette Türkiye’de bu geçişin hedeflendiği ülkelerden biriydi. Bu süreçte, Başbakan Süleyman Demirel ile müsteşarı Turgut Özal, 24 Ocak 1980 tarihinde bu geçişi sağlayacak programı açıkladılar.
 
Kuşku yok ki gerek işçi sınıfının örgütlü gücü gerekse sol sosyalist muhalefetin yaygınlığı, programın uygulanmasının önünde engeldi. 1980 yılında şiddet iyice tırmandı ve 12 Eylül 1980 tarihinde ordu üst kademesi yönetime el koydu. Bugün iktidarla demokrasi kavgası yapıyormuş görüntüsü veren TÜSİAD darbenin en büyük destekçisiydi. Elbette bu destek boşuna değildi. Zira darbenin ilk işi DİSK ve bağlı sendikaların faaliyetlerini durdurmak oldu. TÜSİAD’ın fikir babası Koç ailesinin büyüğü Vehbi Koç bir kez daha sahneye çıktı ve darbenin başı Kenan Evren'e yazdığı bir mektupla, “Emrinize amadeyim” diyerek, yapılması gerekenlere ilişkin önerilerde bulundu. Kısacası burjuvazi 12 Eylül darbesinden pek memnundu. Nitekim TİSK başkanı Halit Narin'in, "Bugüne kadar işçiler güldü şimdi sıra bizde" sözleri de bunu kanıtlıyordu. 
 
Daha önce de yazdım 12 Eylül faşist darbesinin görünen ajandası, tırmanan şiddeti durdurmak ve kardeş kavgasına son vermek olsa da görünmeyen esas ajandası, toplumsal uyanışın önünü kesmekti. Bir başka deyişle TÜSİAD, Türkiye’nin üye olduğu emperyalist saldırı örgütü NATO’nun karanlık dehlizlerinde yazılan plan dahilinde yaptırdığı 12 Eylül darbesi ile işçi sınıfının örgütlülüğünü kırdı. Bu süreçte tekçi Türk-İslam sentezine dayalı eğitimin önünün açılmasına destek veren TÜSİAD, ülkenin içine itildiği karanlığın baş sorumlusudur. 
 
Öte yandan neoliberalizme geçiş programı olan 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal, TÜSİAD’ın talebiyle Bülend Ulusu başkanlığındaki darbe hükümetinde ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak görev aldı. Burjuvazi, 1983 seçimlerinde aynı Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi'ni iktidara taşıdı.  
 
Ekonomik krizler ve siyasi dalgalanmalarla geçen 1990’lı yıllarda, başta TÜSİAD, sermaye örgütleri, hükümetleri bir yandan özelleştirmelere zorlarken diğer yandan sosyal devleti hedefe koydular. Amaç, sosyal güvenlik ile sağlık alanlarının sermayeye kar sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesiydi. TÜSİAD aynı zamanda, esnek kuralsız çalışma biçimlerinin uygulanmaya konmasını talep ediyordu. İktidarların TÜSİAD’ın taleplerine uygun yeterli adımlar atmamaları üzerine, sermaye 2002 yılında muhafazakâr gelenekten gelen AKP’yi iktidara taşıdı.
 
23 yıldır ülkeyi yöneten AKP, sermayenin bir dediğini iki etmedi ve beklediği düzenlemeleri hayata geçirdi. Bugün sözde, iktidarı eleştiren TÜSİAD, ülkenin tek adam yönetimine geçişini destekledi. Demokrasinin vaz geçilmezi olan kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edildi ve tüm yetkiler tek adamda toplandı. Tüm bunlar yaşanırken, iktidarın yanında saf tutan TÜSİAD’ın bugün iktidara yönelttiği eleştirilerin nedeni, pastadan daha büyük pay alma kavgasıdır.
 
TÜSİAD’ın açıklamalarında güçler ayrılığı ilkesine, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye yer vermesinin nedeni, iktidarın yandaşlarıyla birlikte sürdürdüğü baskı ve yağmanın büyük toplumsal tepkiye yol açmasından duyduğu endişedir. TÜSİAD esas itibariyle iktidarı daha ölçülü olmaya çağırıyor. Kısacası; demokrasi ve adalet sicili bozuk, darbelerin destekçisi, örgütlenme ve hak arama mücadelesinin karşısında yer almış sermaye örgütü TÜSİAD ile AKP arasındaki kavga kayıkçı kavgasıdır!

             

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.