Bir mafya reisi, cumhurbaşkanını desteklemek için siyasi miting düzenliyor, “dünyanın şah damarını kesmişler gibi oluk oluk kan akıtacaklarını” söylüyor.
Türkiye, tarihinin en karanlık günlerinde bile bir mafya reisinin siyasi miting düzenlemeye cüret edebildiğini görmedi, Susurluk’un en azgın zamanlarında, devletle çetelerin içiçe girdiği dönemlerde bile bunu yapmaya yeltenen olmadı.
Böyle bir şey ancak devletin tümüyle ortadan kalktığı, siyasetçilerin burunlarına kadar yolsuzluğa batıp mafyadan medet umduğu yerlerde olur ve öyle ülkelerde “ölüm” baş köşeye yerleşir.
Mafya reislerinin “oluk oluk kan akıtmaktan” meydanlarda söz edebildiği ülkelerde neler olabileceğini zaten iki gün sonra gördük.
Türkiye’nin şah damarı kesildi ve oluk oluk kan aktı.
Ankara’nın göbeğinde, “barış” isteyen, gülen, danseden, şarkı söyleyen insanlar, masum ve iyi insanlar, kahkahalı genç kızlar, koca gözlü çocuklar, görmüş geçirmiş emekçiler, yaşlı kadınlar, yeni evlenmiş çiftler, belki de ilk kez büyük bir kent gören gençler, bilyeli bombalarla paramparça edildi.
Polisler, ambulanslardan önce geldi olay yerine.
Katilleri yakalamak için değil, eşleri, yakınları, çocukları, yoldaşları ölen acılı insanları köşelere sıkıştırmak, onları ablukaya almak için geldiler.
Katliamdan önce ortada gözükmeyen polis, katliamdan sonra kurbanlara saldırdı.
Kolu bacağı kopmuş yakınlarının, arkadaşlarının yaralarına elleriyle bastırarak akan kanları durdurmaya çalışan insanların üzerine gaz püskürttüler.
İnsanların büyük öfkesiyle karşılaştılar.
Havaya ateş açtılar.
Genç bir delikanlının, havaya ateş eden, elleri silahlı polislerin üzerine tek başına yürüdüğünü, parmağıyla alnını işaret ederek, “havaya değil, buraya ateş edin” diye bağırdığını gördüm.
Kendi hırsızlığıyla, kendi suçlarıyla çürüyüp kokuşmuş bir iktidarın yaratmak istediği korkuyu, insanların öfkesi ve acısı çoktan aşmıştı.
Öfke, korkudan büyüktü.
Keder, korkudan büyüktü.
Namlulara alınlarını gösterip, “buraya ateş edin” diyordu insanlar kandan kıpkızıl kesilmiş meydanların ortasında.
Mafyadan medet umacak hale düşmüş, etleri yolsuzluk kangreniyle çürümüş hırsız bir iktidar, alnını mermilere hedef gösteren insanlarla karşı karşıya geliyordu artık.
İnsanlar, bu katliama yol açan ortamı kimin yarattığını biliyordu.
Neyin yarattığını biliyordu.
Ankara’nın göbeğinde, devletten habersiz iki bombanın patlamasının mümkün olmadığını biliyordu.
Bu devletin, bu polisin, bu yargının, insanları öldüren canilerin değil, cumhurbaşkanını eleştiren twitler atan insanların peşine düştüğünü, bütün mesailerini bu garip ava ayırdığını biliyordu.
Ahmet Hakan’ı döven, bunu para karşılığında yaptığını itiraf eden, açıkça bir uğursuz organizasyonun parçası olan adamları yargı serbest bırakıyor, aynı yargı polislerini gönderip, cumhurbaşkanını eleştiren twit attı diye Bülent Keneş’i tutukluyordu.
Terör polisi, cumhurbaşkanıyla ilgili kapak yapan Nokta dergisini basıyordu. Cumhurbaşkanını eleştirmek “terör suçu” sayılıyordu.
Terör şubelerinin polisleri gazetecileri kovalamaya, yargıçlar gazetecileri tutuklamaya, istihbaratçılar gazetecileri izlemeye başlayınca, terörün yolu boydan boya açılıyor, başkentin ortasında insanlar paramparça ediliyordu.
Şiddet, zehirli bir ağaç gibi gün gün, saat saat, dakika dakika büyüyordu. Şiddet ağacının suyunu hırsız bir iktidar veriyordu, o büyütüyordu.
Kanlı suçlarını arkasına saklayacağı, insanları korkutup geri püskürtecek bir şiddet duvarına ihtiyaçları vardı.
O şiddeti, Güneydoğuda kentleri, kasabaları, köyleri kuşatma altına alarak, sivilleri öldürerek, insanları aç bırakarak, çocukları kafalarından vurarak, hastaneye gitmek zorunda olanları yollarda beyaz bayrakla dolaşmaya mecbur ederek, ölen çocuklarını buzdolaplarında saklamak zorunda kalan insanları evlerine silah sesleriyle hapsederek, gazetecileri tutuklayarak, dergileri basarak, medyadaki adamlarıyla kendilerini eleştiren herkesi “hain ve düşman” diye yaftalayarak, tehditler savurarak yaratıyorlardı.
Tek bir amaçları vardı, kimse hırsızlıklarını, Suriye’deki katillere silah götüren kamyonları, Gezi’de öldürülen çocukları, barış masasının niye 7 Haziran’da AKP iktidarı kaybedince devrildiğini, “bizi seçmediniz şimdi kaos olacak” laflarını, “başkanlığı tercih etmezseniz böyle olur” sözlerini sorgulamasın.
Bunlardan kimse söz etmesin.
Herkes korksun, herkes sussun.
Sadece kendileri konuşsun.
Delice korkan bir iktidarın delice şiddeti bu.
O kadar korkuyorlar ki çıkıp da kendileri gibi düşünmeyen herhangi biriyle tartışmaya bile cesaretleri yetmiyor.
“Sistemi fiilen değiştirdiğini” söyleyen bir cumhurbaşkanını nasıl savunacaklarını bilmedikleri için, “fiilen” sistemi değiştirmenin “darbe” demek olduğunu söyleyenleri susturmak istiyorlar.
Kanlı, korkunç bir sessizlik yaratmak istiyorlar bu ülkede.
Televizyon platformlarındaki birkaç muhalif televizyona bile tahammül edemiyorlar.
Platformdan atıyorlar o televizyonları.
Çocuk kanallarındaki çizgi film kahramanlarından bile korkuyorlar, çocuk kanallarını bile susturuyorlar.
O çocuk kanallarında terör propagandası yapıldığını iddia eden haberler yayınlıyorlar gazetelerinde.
Sadece dürüstlüklerini değil akıllarını da kaybettiler.
Caillou’dan,Tom and Jerry’den korkan, rüyalarında Miki Fare’nin “siz hırsızsınız” diye bağırdığını gören, akılla, gerçekle ilişkisini kaybetmiş bir insan grubu bunlar.
İçinde şiddetten başka bir şeyin büyüyemeyeceği karanlık, kapalı, kanlı bir ülke yarattılar.
O şiddet her gün büyüyor.
Daha da büyüyecek.
Şiddetten geri dönemezler.
Bu ülkedeki her dürüst insan onlara düşman gözüküyor, eleştiren her ses onları zerrelerine kadar titretiyor, hukuk onların en büyük kabusu, toplumla hukuk arasına şiddet duvarları dikmeye uğraşıyorlar.
Gazetecileri susturuyor, mafya reislerine miting yaptırıyorlar.
Ankara’nın göbeğinde insanlar bombalarla parçalandığında, geride kalanlara polisleriyle, gazlarıyla, tomalarıyla saldırıyorlar.
Bu insanları, bu seçimde durdurun.
Hırsız yöneticilerin, şiddetten başka sığınacağı bir yer olmadığını bilin.
Bu iktidarın devamının, şiddetten, ölümden, savaştan, bombadan, terörden başka bir şey getirmeyeceğini görün.
“Oluk oluk kan” akacak bu iktidar yerinde kalırsa.
Bugün akan kandan daha fazlası akacak.
Miting meydanlarında söyleniyor zaten artık bu.
Hırsız bir iktidar, kaçınılmaz olarak katil bir iktidara dönüşür.
Susturmak için, korkutmak için öldürür.
Ölüm onun için böyle kanlı elbisesiyle aramızda dolaşıyor.
Bu iktidar işbaşında kaldığı sürece bu ülkeye istikrar ve huzur gelemeyeceğini, bu iktidarı destekleyenlerin de görmesi, hatta herkesten önce onların görmesi gerek… İstikrar, içinde derelerin aktığı, gözalabildiğine uzanan, geniş, ferah, büyük yemyeşil bir ova gibidir, bir yanından baktığında bütün ovayı ışıklar içinde parlarken görebilirsin. İstikrar vadisinde, suçların arkasına saklanabileceği engebeler yoktur.
Saklayacak suçları, günahları olan iktidarlar istikrar ovalarında yaşayamazlar, onlara suçlarını içine gömecekleri kan denizlerinin, hırsızlıklarını ardına gizleyebilecekleri lav yığınlarının, kurbanlarını gözlerden uzak tutabilecekleri karanlık kükürt bulutlarının bulunduğu uğursuz cehennemler gerekir. O cehennemleri kendi elleriyle yaratırlar.
Bugün bu ülkenin “oluk oluk” kanın aktığı barut kokulu bir cehenneme dönmesi tesadüf değildir, bu cehennem hırsız bir iktidarın bilerek, isteyerek yarattığı bir cehennemdir.
Bu iktidarı işbaşında tutmaya çalışan herkes, kendisinin de içinde yaşayacağı bir cehennemin mimarı ve işçisi olacaktır.
Alevli yalan kuyularına atılan ölü çocuk bedenleriyle dolu bir cehennemde yaşamak istiyor musunuz?
Oy verirken, seçiminizi yaparken bir düşünün neye oy verdiğinizi, neyi seçtiğinizi.
Bu iktidara oy verirken, sandığa attığınız her oyla bir çocuğu öldürmek üzere olduğunuzu unutmayın, oy pusulalarında iktidar partisinin resmi altında yüzlerce ölü çocuğun yattığını mührünüzü vururken hiç aklınızdan çıkarmayın.
AHMET ALTAN / HABERDAR
www.twitter.com/ahmetaltan2015