“Düşünüyorum öyleyse varım”.Diyor ünlü rasyonel filozof Rane Descardes (1596-1650)
Düşünmek insan olmanın gereğidir. İnsanı hayvandan ayıran en temel etken düşünmektir. Eğer hayvanlar da insanlar gibi düşünebilselerdi, onlar da duygulanacaklardı. Onlar da konuşacaklardı. Onlar da ağlayıp gülebileceklerdi. Düşünemedikleri için insani olan bu temel duygulardan yoksun kaldılar.
Felsefe, düşünceyi üç önemli saç ayağı üzerine oturtturur.1-Tez 2-Anti tez 3-Sentez.
1-Tez, herhangi bir dünya görüşünün ifade edilme şeklidir. Tezin sahibi düşündüklerini bir paket halinde topluma sunar. Toplum bu görüşleri tartışır. Buna tez denir.
2-Toplum bu düşünce paketini alır ve onu hallaç pamuğu gibi savurur. Lehte ve aleyhte söylenecek her şey söylenir. Buna da anti tez denir.
3-Bu tezin ortaya çıkışı ile beraber lehte ve aleyhte söylenen sözlerin sonucunda ortaya bir harmanlanan görüş çıkar. Çatışan görüşler durulur ve ortaya bir gerçeklik çıkar. Buna Real veya gerçek denir. Böylece arzulanan gerçek ortaya çıkar. Buna da sentez denir.
Ortaya çıkan bu gerçek, herkesi memnun edecek zorunda değildir. Kimisi bu senteze katılabilir, kimisi de katılmayabilir. Toplum biliminde buna hoşgörü denir. İ
İşte bu görüş toplumda egemen olursa, bu toplum demokrat olur. Aksi taktirde diktatör ve otoriter toplumlara dönüşür. Sonuçta Orta Doğu toplumu gibi düşünmekten feragat etmiş, hiçbir bilimsel buluşun altında imzası olmayan, sadece öldürmeye formatlanmış toplumlar ortaya çıkar.
LİDERE GÖRE BEYNİ FORMATLAMAK
Bizim gibi sömürge, ya da yarı sömürge ülkelerde feodal liderler belirleyicidirler. Bu lider bazen siyasi bir partinin lideri olabilir. Bazen tarikatın reisi olabilir. Bazen aşiretin başı olabilir. Bazen bir dinin, ya da mezhebin kanat önderi olabilir. Bunlar, yani bu kanaat önderlerinin söylediği her şey doğrudur. Tabandaki vatandaşın bu liderlerin görüşlerini eleştirme hakkı yoktur. Sadece ona biat etmek düşer. İşte böyle toplumlarda gerçekçilik diye bir kavram yoktur. Gerçeği söylemek vatana ihanetle eş değerdedir. Toplum gözleriyle gördüklerine değil, liderin söylediklerine inanırlar. Tıpkı ayakkabı kutularındaki malzeme gibi.
Müslüman ülkelerin tamamı diktatörlüklerle yönetirler, toplumun yönetim hakkında görüş bildirme şansı yoktur. Aksi taktirde ulu emre itaatsizlik olur ve dinden sapmış olur. Dinden sapmanın cezası ise ölümdür. Suudi Arabistan’da, Katar’da, Yemen’de ve diğer krallıklarda durum böyledir.
Düne kadar kendini soldan sayan bir siyasetçi diyordu ki “Kürt sorunu bizim sorunumuz. Türk milliyetçiliği Kürt sorununu çözemedi ve Fırat’ın sularından öteye geçemedi diyordu. Bununla da yetinmeyip, Kürtlere sıkacak iki kurşununuz varsa birini bize ayırın “,diyordu. Tabanları da bu görüşleri hararetle savunuyorlardı. Lider aniden sinirlendi, ne Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Kürtlerin bütün hakları verilmiştir, dedi. Taban aniden, ama aynı anda yıllardır savunduğu görüşlerden çark etti. Benim de böyle bir sorunum yoktur dedi. Liderin çizgisine geldi.
Siyasi İslam da aniden çıkışlar yaparak keskin virajla lider dönüşüne ayak uydurdu. Sonuçta geldiğimiz nokta burası.
Bu toplum düşünmekten korkuyor. Bu toplum özgür birey olmak istemiyor, hep bir yere ait olmak istiyor. Aklı başkasının cebinde dolaşıyor.
Bu tür toplumlar tıpkı AVRUPA RÖNESANSINDA olduğu gibi aklı özgürleştirmeden biz ne demokrasi yüzü görebiliriz. Ne de insan olduğumuzu hatırlayabiliriz.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Laiklik ile birlikte realizm de tartışıldı. Bazı adımlar da atıldı. Köy Enstitüleri ile bu süreç geliştirilmeye çalışıldı, ama sonunda ne olduysa oldu ve bu süreçten onlar da vaz geçtiler. Gittiğimiz tünelin nereden yeryüzüne çıkacağını kimse bilmiyor.