Yaşama hakkı kişinin fiziksel varlığını sürdürebilmesinin güvencesini oluşturan temel insan hakkıdır.
4 Kasım 1950 yılında Avrupa insan hakları sözleşmesinin 2. Maddesinde herkesin yaşama hakkının yasayla korunacağı, yasanın ölüm cezasını öngördüğü bir suçtan dolayı mahkemece verilmiş bir cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimsenin kasten öldürülemeyeceğini belirtmiştir.
Aynı maddeye göre yasaya uygun tutuklama imkânının bulunması, tutuklu kişinin kaçma imkânının olmaması halinde yaşam hakkına yönelik her türlü girişim temel yaşam hakkının ihlali anlamına gelmektedir.
Yaşama hakkının korunmasında öldürülmez lik kuralı geneldir.
Kişi kendini öldüremez
Bir başkası da kişiyi öldüremez
Toplum kişiyi öldüremez
Devlet; yaşam hakkına yönelik her türlü tehdit karşısında kişinin yaşama hakkını korumakla yükümlüdür.
Haziran 2015 tarihinden bu yana Türkiye’de daha önce benzeri görülmemiş bir şiddet ve ölüm sarmalı yaşanmaktadır. Sivillere yönelik bombalama ve saldırılar sonucunda 300 ü aşkın insan yaşamını kaybetti yine aynı şiddet ve çatışmalar kapsamında silahlı militan ve güvenlik görevlisi olmak üzere 500 den fazla ölümün olduğundan söz edilmekte ve her geçen gün şiddetlenerek devam eden çatışmalarda daha fazla insanın ölmesine yol açacağı görülmektedir. Yaşanan her ölüm birlikte yaşama arzusunu aşındırmakta, kin, nefret ve şiddet duygusunu daha da alevlendirmektedir.
Yaratılan bu zehirli ortamda insanların her geçen gün barış ve mutlak şiddetsizlik ile ilgili talepleri vatana ihanet ile eş değer olarak anlamlandırılmakta temel insani talebi dile getiren kişi ve kurumlar toplumsal linç ve devlet şiddetine maruz hale getirilmektedir. Ayşe öğretmen ve Akademisyenlerin başına gelenler yaşanan kaosu açıkça göstermektedir. Barış talebi ile ilgili ortaya çıkan çığlıklara gösterilen tepkinin insani ve hukuksal bir meşruiyete dayanmadığını, öfke ve gazabın temel dayanağının sahip olunan her türlü iktidar gücüne bağlı olduğunu, bu gün için bu şiddet politikasını yönetenlerde çok iyi bilmektedir.
Sokağa çıkma yasakları kapsamında cehenneme dönüşen Cizre ve Sur ilçeleri başta olmak üzere Kürt şehirlerinde uygulanan şiddet ve yaşam hakkına yönelik açık ve hukuk dışı saldırı ve tehditler toplu katliam boyutuna varmış bulunmaktadır. Ağır yaralıların mahkum edildiği mahşeri vahşet bodrumunda 30 ağır yaralı insanın, dünyanın gözü önünde tedavi hakkından yoksun bırakılarak teker teker ölüme gönderilmesi, insanlık vicdanında derin yaralar açtığını bütün insanlık sessizce izlemektedir.
Bu kör şiddet ve nefret sarmalında kimsenin kazanma şansı yoktur. Ayrımsız yaşanan ve yaşanacak her ölüm ve kayıp hepimizin kaybı olacağını ve her kes için mutlak felakete dönüşeceğini yakın coğrafyamıza bakarak görebiliriz.