Zaman böylece akıp gidiyor.
Anılar uçup yok oluyor.
Kötü günler bir kâbus gibi yok ediyor her şeyi
Ülkedeki düzen yıkıldı bile
İyilik bize sırtını dönüp,
Sessizliği tüm çıplaklığıyla gösteriyor.
Şehirler yok oluyor,
Evler küle dönüşüyor,
Cam kırıkları geçmişe şahitlik ediyor sadece.
Ağıtları uçurtan ve sığırları çıldırtan,
Çitleri yıkan bir rüzgâr esiyor,
Koyunlar çoğalmıyor artık çayırlarda,
Kanallardan akan su acı
Bir zamanlar altın rengi başaklarla dolu tarlalarda,
Artık sadece yabani otlar bitiyor.
Keder otları yetişiyor bozkırda,
Ve anaların memelerindeki süt ekşiyor,
Artık ne ana çocuğuna bakıyor,
Ne de koca karısına ismiyle sesleniyor.
Ve Kral sarayı derin uykuda….
Hani nerede,
Güçsüzlerin acılarını dindirecek olan kral?
Yoksa düşmana boyun mu eğmiş?
Yoksa Anu ve İştar’ın yıldızları sönmeye yüz mü tutmuş?
Fırat ve dicle’nin harap kıyılarını,
Zararlı otlar kaplamış.
Hiç kimse sokağa adım atmıyor artık,
Ve neşeyle dolaşmaya çıkmıyor,
Çayırlardaki sığırlar,
Ne süt ne de yağ veriyor.
Anaç koyunlar doğurmuyor.
Tüm ülke korku içinde.
İnsanlar titriyor.
Kral ve adamları ağlaşıp,
Sonu gelmez ağıtlar yakıyor…
Zaman böylece akıp gidiyor.
Anılar uçup yok oluyor.
Bir zamanlar sevdiğimiz her şey
Yıkıntıların altında
Unutulmaya mahkum…
Gılgameş’ ten Tehiptilla’nın adı şanı çoktan unutulmuş bir ozanın ağzından söylediklerinin üzerinden bin yıllar geçse de Fırat ve Dicle’nin iki yakasında değişmeyen yazgıya…