Kanlı darbe girişiminin üzerinden neredeyse bir ay geçti. Baş komutan ; darbenin ilk günlerinde Demokrasi nöbeti, son günlerde ise Cami hoparlörlerinde sık sık okunan Sela ve sella sonrası açıklamalarda öğrendiğimiz kadarıyla milli irade nöbeti ne dönüşen kitlesel nöbetlere virgül koydurarak “şimdilik kaydıile” ara verdirmiş bulunmaktadır.
Bu durum, darbe sonrası normal yaşam seyrine, demokrasiye, Hukuka dönüldüğüne dair bir algısal yanılgıya düşmememiz gerektiğini bir çok veriyle göstermektedir.
Bu verilerden yola çıkarak yaşamakta olduğumuz kritik sürecin bu günden yarına suhulete ereceğini söylemek mümkün görünmüyor. Başarılmamış bir kanlı darbe girişimi sonrası olması gereken tablo yerine adeta başarılmış bir darbe tablosuyla karşı karşıyayız. Her şeyden önce askeri ve kanlı bir darbe yaparak yüzlerce insanın ölümüne, iki bin insanın yaralanmasına yol açan bir kalkışmanın sorumluları hakkında suçun ve cezanın kişiselliği ilkesi doğrultusunda işlemlerin yapılmasına hiç kimse karşı çıkamaz.
Kim ve kimler yaptı bu kanlı operasyonu. Suçluları teker teker alıp cezalandırmak her şeyden önce toplumsal barış ve huzur için kaçınılmaz ve ertelenemez bir ihtiyaçtır, aynı zamanda hukuki bir zorunluluktur. Ancak uygulamaya bakıldığında bu hukuksal ilkenin tümden ihlal edilerek yani hukuk dışına çıkılarak cezalandırmanın kitleselleştirildiği, kapatılması gereken yaralar yerine daha derin yaraların açılmasına zemin hazırlandığı görülmektedir.
Yirmi bine yakın insan göz altında, on binden fazla insan tutuklandı. Yetmiş binden fazla insanın işine son verildi bu sayı her gün yükselmekte Cumhurbaşkanı yüz binlerce insandan söz etmektedir. Anlaşılan fatura her geçen gün kabaracaktır. Milyonlarca insan büyük travma ve stres altında, Ceza evlerinde, polis merkezlerinde işkence kötü muamele gibi ciddi insan hakları ihlallerinden söz edilmekte, intiharlar gerçekleşmektedir.
Oysa olup bitenler konusunda toplumun ciddi bilgiye ihtiyacı var. Her gün yapılan farklı açıklama ve değerlendirmelere rağmen yaşanan kanlı olay konusunda kamuoyuna tatmin edici bir açıklama yapılmamakla beraber, gerçek sorumlular ve suçlular konusunda da muğlaklıklar devam etmekte bilgi kirliliği giderilmemektedir.
İktidar ve İktidar partisinin tüm taleplerini karşılayan Ana muhalefet ve Küçük muhalefetin ayrımcı tutumu ayrı bir toplumsal tehdit potansiyelini içermektedir.
Parlamento da üçüncü büyük parti olmasına rağmen demokratik işlerliğin dışına itilerek milyonlarca seçmeniyle birlikte tamamen yok sayılan HDP nin, yetmiş sekiz milyon insanın geleceğini ilgilendiren Anayasa çalışmalarına dahi çağırılmamış olması, kanlı darbe girişimi kadar tahribat yaratan başka bir felaketin habercisi olarak görmemek mümkün değildir.
Olağanüstü hal, Kanun Hükmünde Kararnamelerle hukuk içermeyen uygulamalarla devletin yeniden yapılandırılması kapsamında ayrımcı, dışlayıcı ve ideolojik bir saikla Gerçekleştirilen düzenlemeler, en son Sıla adında bir kadın sanatçının düşüncesiyle ilgili maruz kaldığı tahammülsüzlük, kurumsal ve toplumsal linç histerisi, gelecekte birlikte yaşamanın tüm koşullarını ortadan kaldıracak ve iç çatışma gibi bir felaketle karşı karşıya getirecektir. Dolayısıyla yaşanan musibeti nasihate evirme yerine, iktidar ve tabanının zaferi, farklılıkların ve ötekileştirilmiş Kürtlerin, Alevilerin emekçilerin, azınlıkların mağlubiyetine yorma büyük haksızlık getirecektir. Çünkü toplumun yarısını oluşturan bu dışlanmış kesim en az iktidar çevresi kadar her türden darbe karşıtı olmuştur.