İnsan hakları kuruluşları kendi alanına yansıyan bir mağduriyet veya başvuru ile ilgili taktik yaklaşım yerine stratejik, kurumsal, ilkesel ve insani yaklaşımı esas alır. Başvuru veya mağduriyetin yansıması anında verilen veya sahip olunan bilgiler doğrultusunda hareket eder. Başvuru esnasında açıklanmayan veya başvuru sonrasında muhtemelen oluşacak farklı bilgi ve gelişmeler üzerinden kendini konumlandırma ve yönlendirme şansına ve imkânına da sahip değildir. Bu durum sadece İnsan hakları derneği açısından değil tüm İnsan hakları kurum ve kuruluşları açısından geçerli bir durumdur.
27 Mayıs 2016 tarihinde bir sosyal medya hesabında Hurşit Külter’in göz altına alındığına dair haberin yer alması üzerine harekete geçen Külter ailesi, İnsan hakları kuruluşları, bazı sivil toplum kuruluşları ve Külter’in Mensubu olduğu Demokratik Bölgeler Partisi yetkililerinin devreye girerek Hurşit Külter’in göz altına kayıp edilmemesi için başlattığı demokratik kampanyanın üzerinden 130 günü aşkın bir sürenin geçmesine karşın hiçbir bilgiye ulaşılmaması, 1990 yıllarda yaşandığı gibi, acaba yeniden göz altında kayıp ettirme konseptine mi dönülüyor kaygısına yol açmıştı.
Çünkü Doksanlı yıllarda, tıpkı 24 Mart 1976 tarihinde Arjantin’de yaşanan askeri darbe ardından binlerce insan gözaltında kaybettirilmiş, birçoğu uçak ve helikopterlerden denize atılarak öldürüldüğüne dair iddialar dünya kamu uyuna yansımış, Arjantinli anneler ve gözaltında kaybettirilen Arjantinlilerin yakınları yıllarca yakınlarının akıbetini öğrenmek için mücadele vermişlerdi. Benzer bir mücadeleyi 12 Eylül ve sonrasında Kürt coğrafyasında yaşanan çatışma ortamında gözaltında kaybettirilen evlatlarının akıbetini öğrenmek için Diyarbakır, Batman ve Galata Saray lisesi önünde İHD öncülüğünde Kürt anneler geçen hafta 6 yüzüncü etkinliği gerçekleştirerek vermeye devam etmektedir.
Dolayısıyla Türkiye ve Arjantin pratiğinde geçmişte yaşandığı ve buna bağlı olarak özelikle kayıp yakınları açısından halen devam ettiği gibi Hürşit Külter şahsında yeniden benzer bir pratiğin güncellenmesi kaygısı karşısında İnsan Hakları kuruluşları Sivil Toplum ve İlgili siyasi partinin gösterdiği refleks ve yürüttüğü kampanyanın önemi ve başarısını 135 gün sonra Hurşit Külter’in Kerkük’te ortaya çıkarak “ben buradayım ve yaşıyorum” demesi üzerine küçümsenmesi, Külter’in yaşıyor olmasından üzüntü doyulması boyutuna taşınması ne insani ne de ahlaki bir durumdur.
İnsan hakları kurum ve aktivistlerinden, Mağdur’un kendisine yönelen tehlike karşısında göstereceği içgüdüsel reaksiyon ve bu reaksiyon doğrultusunda tehlikeden kurtulma ve kaçma hikâyesi üzerinden tutum içine girmesini beklemek, Ne insan hakları ne de insan’ın temel yaşam hakkıyla ilgili bir durumdur. Çünkü Mağdurun yaşam hakkı ile ilgili kampanya yürüten kurum ve kişiler ellerindeki sınırlı bilgi ve mağduriyet olgusu üzerinden hareket etmekte ve kişinin durumu ile ilgili somut yeni bir bilgiye ulaşıncaya kadar çabalarına o yönde devam etmektedirler. Kendilerine mağdurun son durumu ile ilgili yeni ve farklı bir bilgi aktarılmadığı sürece ilk veya mevcut bilgi üzerinden hareket etmekten başka seçeneğe de sahip değiller.
Unutulmamalı ki İnsan Hakları kuruluşları son derece sınırlı olanaklarla mücadele veren devlet ve hükümetlerden destek almayan sivil kuruluşlardır. Her türlü olanağa sahip İstihbarat ve güvenlik kuruluşlarından, bekleneni İnsan hakları Kuruluşlarından beklemek İnsan Hakları Mücadelesi kriterleriyle ilgili bir durum değildir. Her şeye rağmen göz altında kaybolma ihtimali yüksek bir insanın yaşıyor olması sevindiricidir